Çocukluk çağlarında bir gün Allâh Resûlü (s.a.v.)’in halası Âtike Hâtun’un evine geldiler. Eve girdiler. Evin içinde bir hurma ağacı vardı. Uzun süredir kurumuş idi. Allâh Resûlü (s.a.v.) eve girince o hurma ağacının dibinde oturdu. Arkadaşları şöyle dediler:
-Ey saadetimiz! Ey nûr-ı çerâğımız! Kurumuş olan bu hurma ağacı yaş olmuş olsaydı şimdi bunun hurmasından yerdik. Eğlenirdik.
Cihânın Sultanı (s.a.v.): -Ey benim sadık dostlarım! Arkadaşlarım! Gönlünüz hurma mı çekti? diye sordu.
-Canımız ve başımız sana kurban olsun! Gönlümüz ister ama elimize geçmez, dediler. Allâh Resûlü (s.a.v.);
-Ben size, Allâh’ın yardımı ile şimdi yaş hurma yedireyim, dedi.
-Bu ağaç kurumuştur. Nasıl yedireceksin? diye sordular.
-Dostlarım! Allâh Te’âlâ dualarımızı yerine getirmeye ve isteklerimizi kabul etmeye kâdirdir. O’nun için hiçbir şey zor değildir, dedi.
Âtike Hâtun; -Bunların konuşmalarını dinliyordum. Babam çocuklarına vasiyet etmiş ve O çocuğu gözünüz gibi koruyun, ne söyler ve yaparsa birbirinize haber verin, kağıtlara yazın, demişti. O yüzden ben de konuşulanları dikkatlice dinliyordum. Yüzünü göğe kaldırıp, mübarek dudaklarıyla dua etti. Allâh’ın inayeti ve Peygamberimiz’in mucizesi ile kurumuş ağaç yaşardı. Budakları çıktı. Ardından hurma belirdi. Diğer çocuklar da bunu seyrediyorlardı. Salkım salkım olan hurmalar üzerlerine döküldü. Hepimiz O’nun mübarek ayağına yüzümüzü sürdük. “Ey sevgilimiz! Gözümüzün nuru! Bu bize büyük bir mucizedir.” dedik. Allâh Resûlü (s.a.v.) şöyle dedi:
-Halacığım! Allâh Te’âlâ’nın bu tür lütufları kullarına çoktur. Bütün bunlar O’nun kudret deryasında bir zerre kadar bile değildir, dedi.
(Erzurumlu Mustafa Darîr Efendi, Siyer-i Nebî_, s.360-374)