Uhud Gazvesinde edepten yoksun Utbe b. Ebû Vakkas, kâinat kutusundaki değerli inci Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bir taş attı. Taş mübarek alt dudağına isabet etti ve alttaki dişini kırınca gül yaprağı inceliğindeki dudağından akan kan damlaları kutlu gerdanını gül rengine boyadı. Akan kan yere damlayacak kadar çoğaldığında sidre yuvasının zümrüd-ü ankası Cibrîl (a.s.) aceleyle kanat çırptı. Kanadındaki tüylerle Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) yüzünü silmeye başladı. “Yâ Resûlallah! Yemin ederim ki mübarek nazlı dudağından eğer yeryüzüne bir damla kan aksaydı dünyanın son gününe kadar yeryüzünde çiçeklerin ve bitkilerin boy göstermesi imkânsız bir şey olurdu. Bu yüzden cennet hurilerine süs olmak üzere o gül renkli dudaklarından sızan kanlı damlaların cennet hazinelerine götürülmesi hakkında merhametli ve gayur olan Allah ferman buyurmuştur” dedi. Daha sonra insanların ve cinlerin sultanı Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ağzından düşüp elinde bulunan inci dişlerine canını vererek müşteri olmuştur. “Ey melekler âleminin gözdesi! Allah’ın (c.c.) gazâbından emin olmak ve canını korumak üzere kâinat kıymetindeki inci dişlerinizi bu samimi dostunuza vermenizi rica ederim” dileğiyle Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) kırılmış olan dişlerini istedi. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ben bunu ümmetimden günahkâr kimseler için koruyacağım. Mahşer gününde, ‘Yâ Muhammed İsyan denizine dalan ümmetin benim fermanımı kırıp parçaladılar’ şeklinde ilâhî hitap gelecek. ‘Ey Allahım! Ben âciz bir kul iken müşrik kullarından olup benim dişimi kıranlar hakkında af muamelesini tercih ettim. Hâlbuki af ve ihsânda bulunmak cihânı yaratan ulûhiyyetinin şanına layıktır’ mazeretiyle cevap vereceğim. Bu kırık dişimi de şefaat vesilesi kılacağım” şeklinde inci gibi cevap verdi.
(Eyüp Sabri Paşa, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Hayatı, s.211)