Hamzet bin Abdullah şöyle anlatır: “Bir gün Ebü’l-Hayr Akta hazretlerini ziyâret için yola çıkmıştım. Niyetim; işim acele olduğundan ziyâret edip, evde bir şey ikram ederse yemeden çıkmaktı. O niyetle evine vardım. Hâl hatır sorduktan sonra müsâade istedim. O da müsâade etti. Beni dışarıya çıkardı. Sonra biraz beklememi söyleyip, bir tabak içinde yemek getirdi.
“Burası evin içi sayılmaz. Onun için burada ikram edileni yiyebilirsin. Buraya kadar gelip de, bir şey yemeden gidilmez. Buradaki yemekler ihlâs ile pişirilmiştir. Onun için bunlarda şifâ vardır” buyurdu. Ben de bir kenara oturup, ikram edilen yemeği yedim.”
Ebü’l-Hayr Akta (k.s.) buyurdu ki: “Allâhü Teâlâ’ya zikreden, O (c.c.)’dan bir karşılık beklememelidir. Kim zikrine karşılık Allâhü Teâlâ’dan birşey bekler ve o beklediği şey olursa, karşılığında maddî bir şey aldığı için, zikrin bir ma’nâsı kalmaz.”
“Kalbin îmân ile dolu olmasının alâmeti; bütün müslümanlara şefkat etmek, onların dertleri ile dertlenmek, işlerinde onlara yardımcı olmaktır. Nifakla dolu olan kalbin alâmeti; kin, hased ve düşmanlıktır.”
“Yaptıkları ibâdetleri herkese gösterme arzusunda olan, gösteriş yapmış olur. Her durumunu, bulunduğu her hâlini, insanlara göstermek istiyen de gösteriş yapmış olur.”
“Kalb; niyetleri düzeltmek, yaptıklarımızı sırf Allâh (c.c.) için yapmakla, riyâ ve gösteriş kirlerinden pak ve temiz olur. Beden de Allâhü Teâlâ’nın velî ve sâlih kullarına hizmet etmekle kıymet kazanır.”
“Şerefli bir insan olabilmek için; edeb sahibi olmak, farzları edâ etmek, sâlihlerle sohbet etmek ve fâsıklardan uzak durmak lâzımdır.”
(İslam Alimleri Ansiklopedisi)