“Ebû Bekr-i Sıddîk’ın vefatından sonra Hazret-i Ömer (r.a.); onun hanımını kendi nikâhına aldı. Evine götürdükten sonra ona: “Ey temiz hanım, iyi bil ki, seni kendi nefsimin arzusu için nikâh etmedim. Maksadım şudur ki, biz Sıddîkın (r.a.) gündüz hayâtını gördük, ama gece hayâtını, geceyi nasıl geçirdiğini bilmeyiz. Şimdi bize, onun gecesinin, nasıl geçtiğini, geceyi nasıl ihya ettiğini anlat. Anlat da, biz de onun gibi yapalım, hep ona uyalım.” dedi. Hanımı dedi ki: Ben onun hâlini tamamen anlatamam. Ama bu hallerinden birini sana söyleyeyim. Biliniz ki, Sıddîk-ı Ekber (r.a.) yatsı namazını mescidde edâ edip eve gelince, odanın köşesinde otururdu. Başını önüne eğip, tefekkür eder, derin derin düşünürdü. Seher vaktine kadar bu hâl üzere dururdu. Seher vakti olunca, başını kaldırır, içli bir âh çekerdi. Yanan ciğer kokusu bütün mahalleyi sarardı. Öyle ki, evimizin önünden geçen, ocağımızda ciğer pişirmekte olduğumuzu zannederdi.”
Ey zavallı! Bu ümmetin en hayırlısı olan Ebûbekir-i Sıddîk (r.a.) hayâtını böyle geçirince, Allâh korkusundan, Onun hiç kimseye ve hiç kimsenin yaptığına ihtiyâcı olmadığını düşünerek ciğeri kebâb olmuştu. Sen bu hâlinle, bu uygunsuz amelinle ağlamaya, inlemeye daha çok lâyıksın. Hâlâ ne yiyeyim, ne giyeyim derdindesin. Ömür sonuna geldi. Yok olası hırsta hiç azalma olmadı. Ebedî kalacak yerinin, kabir olduğunu bilirsin de, hâlâ kalb gözünü âhiretteki işin büyüklüğü karşısında niçin açmazsın. Ey şaşkın zavallı! Yüzünü Hakk Te‘âlâ’ya tâat ve ibâdete çevir. Allâhü Te‘âlâ’nın verdiği rızka kanâat eyle! Daha ne zamana kadar ölümü hatırlamadan, az çok demeyip toplayacaksın!
(Muhammed Rebhami, Riyâdü’n-Nasîhin, s.79)