Nebi (s.a.v.) Allâh (c.c.)’ün dini İslâmiyeti açıklayıp herkesi ona girmeye davet ve teşvik etmeye koyulunca, Peygamberimizle (s.a.v.) Kureyş müşrikleri arasında, iş büyüdü. Ebu Talib’in yanına varıp: “Ey Ebu Talib! Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin! Biz senden kardeşinin oğlunu bizimle uğraşmaktan men etmeni istemiştik. Sen onu bizimle uğraşmaktan men etmedin! Biz, vallahi, artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızı akılsızlık saymasına, ilahlarımızı yermesine dayanamayacağız! Sen ya onu bizimle uğraşmaktan vazgeçirirsin, ya da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, onunla da, seninle de çarpışırız!” dediler. Kavmi ile ilgisini kesmek ve onlara düşman kesilmek gibi bir durumla karşılaşmak, Ebu Talib’e çok ağır gelmişti. Fakat, Nebi (s.a.v.)’i yardımsız bırakmak da, müşriklere teslim etmek de, gönlünün asla razı gelmiyordu. Nebi (s.a.v.) gelmesini rica etti. “Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler. Senden, bana şikâyetlendiler. Atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek gibi, onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç! Hem bana, hem kendine acı! Güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi bana yükleme!” dedi.
Nebi (s.a.v.); Ebu Talib amcasının bu sözlerinden, fikir değiştirdiğini, artık yanında dikilip kendisine yardım etmekten âciz kaldığını, desteklemeyi bırakacağını, kendisini müşriklere teslim edeceğini sandı ve: “Ey amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da, Allâh onu üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!” dedi. Gözleri yaşardı ve ağladı. Ayağa kalkarak dönüp giderken, Ebu Talib: “Gel ey kardeşimin oğlu!” diye seslendi.
Nebi (s.a.v.) dönüp gelince, Ebu Talib: “Ey kardeşimin oğlu! Git, istediğini söyle! İşine devam et! İstediğini yap! Vallahi, ben seni hiçbir zaman onlara teslim edici değilim!” dedi.
(M. Asım Köksal, İslam Tarihi)