Ebu Bekri Varrak (k.s.)’un muamele ve edeb içinde benzeri yok idi. Hatta ona “müeddedü’l-evliya” derlerdi.
Hızır Peygamber (a.s.)’ı görmek arzusu Ebu Bekri Varrak (k.s.)’un içine düşmüştü. Her sabah Kur’an-ı Kerim okur ve kabristana giderdi. Orada tazarru ve sarilik ederdi. Bir gün kapıdan dışarı çıktı. Bir nurani pir geldi ona selâm verdi:
“Bugün beraber sohbet etmemizi ister misin?”
“İsterim” dedi. İkisi sözleşip kabristana vardılar. Çok sözler konuştular. Pir gitmek istedi.
“Ya Ebu Bekir! Bugün seni Kur’an-ı Kerim okumaktan alıkoyduk. Ben şol arzuladığın Hızır’ım. Bir saat Hakk’la sohbet, bin yıl Hızırla oturmaktan iyidir”. dedi.
Hızır gibi kişinin sohbeti, insanı Allâh (c.c.)’dan bırakırsa, geri kalan kişilerle olan sohbeti var kıyas eyle.
Ebu Bekri Varrak (k.s.)’un bir oğlu vardı. Kur’an-ı Kerim öğrenirdi. Birgün benzi sararmış olarak ve titreyerek eve geldi. Babası oğluna:
“Oğul sana ne oldu?” diye sordu.
“Ey baba bugün üstadım, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetini ders verdi. Onun manasını işittim. Korktum bu hale geldim.”
“Ey oğul hangi ayet idi?”
“Müzzemmil suresinin 17. ayeti idi” dedi. Bu ayetin manası heybetinden hasta oldu. Ecel döşeğine düşüp öldü. Atası kabrine varır ağlardı. Ve kendisine hitaben derdi ki:
“Ey Ebu Bekr senin oğlun Kur’an-ı Kerim’den bir ayeti işitti, Allâh (c.c.) korkusundan can verdi. Sen Kur’an-ı Kerim’i bunca hatmeyledin. Ömrün ahire erdi. Hiç Allâh (c.c.)’dan onun kadar korkmaz mısın? Senin gönlün kara taştan mı? Hiç nesne tesir eylemez mi?”
“Bir kişi kendisinden öğüt istedi. Ona: “İki cihanın şerri mal çokluğunda, hayrı ise Allâh (c.c.)’un verdiğine kanaat etmektir. Var bu öğüdü tut, necât bulasın” dedi.
(Feridüddin-i Attar, Tezkiretü’l-Evliya)