Allah Teâlâ buyurmuştur ki: “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin.” (Bakara) Ebü’d-Derdâ (r.a.) şöyle nakletmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v) ashaba, ”Size amellerinizin en hayırlısını, rabbiniz katında en temiz olanını, derecenizi en çok yükseltenini, altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla karşılaşıp onları öldürmenizden veya onlarla savaşırken şehid düşmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi?” diye sordu. Ashab (r.a.e.), “Ey Allah (c.c.)’nun Resûlü (s.a.v.), o nedir?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Allah Teâlâ’yı zikretmektir” buyurdu. (Buhari) Enes b. Mâlik (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Yeryüzünde Allah Allah diye zikreden kimseler bulunduğu sürece kıyamet kopmaz.”  (Müslim) Zikir, Allah Teâlâ’ya giden yolda kuvvetli bir rükundur; hatta bu yolda temel vazifedir. Kul diliyle zikre devam ederek sürekli kalp zikrine ulaşır. Tesir, kalp zikrine aittir. Kul kalbi ve diliyle zikretmeye başlayınca, onun manevî terbiyesinde en kâmil hâli budur.
Câbir b. Abdullah (r.a.) şöyle anlatır: Bir gün Resûlullah (s.a.v) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Cennet bahçelerinden bolca istifade edin.” (Buhari) Ashap (r.a.e.), “Cennet bahçeleri nerelerdir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Zikir halkalarıdır. Sabah akşam gidin ve Allah (c.c.)’yu zikredin. Kim kendisinin Allah (c.c.) katındaki derecesini bilmek istiyorsa, kendisinin ne derece Allah (c.c.)’yu tanıdığına ve sevdiğine baksın. Şüphesiz yüce Allah (c.c.) kulunu, onun kendisine gösterdiği değer ve derecede tutar” buyurdu. (Müslim)
Zikrin belirlenmiş bir vakti yoktur. Zikir her vakitte yapılabilir. Kul, her vakit zikirle görevlidir. “Onlar ayakta, oturdukları halde ve yanları üzerinde yatarken sürekli Allah’ı zikrederler.” (Alî İmrân 191)
Hasan-ı Basrî (k.s.) demiştir ki: “Mânevî tadı şu üç şeyde arayın: Namazda, zikirde ve Kur’an okumada. Eğer bunlarda bulursanız çok güzel, yoksa bilin ki (kalbinizin katılığı yüzünden, size şevk ile amel etme) kapısı kapanmıştır.”                                  (İmam-ı Kuşeyri, Kuşeyrî Risalesi s. 440)