Doğruluk anlamında gelen “Sıdk”, “konuşanın inancı itibariyle söz ve fiilinin birbirine uygun olması”dır.
Ebû Saîd Karaşî (r.h.): «Sâdık ölüme hâzır olan kimsedir. Kalbi yarılıp, içindeki anlaşılsa böyle olduğu meydana çıkar. Nitekim Allâhü Te’âlâ âyet-i kerîmesinde: «Eğer sâdık iseniz, ölümü temennî edin» (Bakara s. 94) buyuruyor» dedi. Bâzıları da: «Sıdkın esası, yalandan başka bir şey’in seni kurtarmayacağı bir yerde, senin sıdk üzere bulunman ve doğruyu söylemendir» dediler.
Göçebelerden bir kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek iman etti ve peygambere tabi oldu. Ve, “Seninle beraber hicret edeceğim” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun hakkında sahabîlerden bazılarına vasiyette bulundu. Hayber gazvesi olunca Hz. Peygamber (s.a.v.) ganimet aldı. Taksim etti ve ona da hisse ayırdı. Ve onun payı arkadaşlarına verildi. Kendisi de arkadaşlarının develerini güdüyordu. Geldiğinde ona düşen payı kendisine verdiler.“Bu nedir?” diye sordu. Peygamber sana bu payı ganimetten ayırdı!” dediler. Bedevî,
“Ben bunun için peygambere tâbi olmadım. Ben peygambere şunun için tabi oldum ki, şurama ve şurama, (Boğazına işaret etti) bir ok isabet etsin de öleyim ve cennete gireyim!” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Eğer sen doğru söylüyorsan Allâh sana bunu verecektir” dedi. Sonra düşmanla savaşmaya başladılar. Bedevî boğazına saplanan bir ok ile şehid düştü. Ok tam işaret ettiği noktaya isabet etmişti. Onu sırtlayıp getirdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bu o mudur?” deyince, sahabîler,“Evet, odur” dediler. Peygamber,
“O Allâh’a doğrulukla bağlandı ve Allâh da onu doğruladı!” buyurdu. Sonra da onu kendi cübbesiyle kefenledi, önüne alarak namazını kıldı ve şöyle dua etti:
“Ey Allâh’ım! Bu senin kulundur. Yolunda hicret ederek çıkmış bulunuyor. Şehid olarak öldürülmüştür. Ben de onun hakkında şahidim.”
(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, s.484-485)