Muhterem Ömer Öztürk, bir sene hacdan karayolu ile üç kişiyle beraber dönerken arkadaşlarına arabaya istedikleri kadar eşya satın alabileceklerini ancak gümrükte sorulursa elektronik eşya, kadife kumaş vs. tek tek sayacağını söyler.
Arabadakiler hakikaten öyle yaptılar. Arabanın her tarafını eşya ile doldurdular. Yola çıkıldı. Suriye kapısına ulaştılar. Suriye girişi ana-baba günü. Her taraf araba dolu. Sıraya girildi. Yüzlerce değil, binlerce araba var. Artık sıra ne zaman gelecek belli değil. Bunun üzerine kenara çekip beklemeye karar verirler. Bu esnada bir adamcağız gelir:
“Sevvak? (Şoför kim?)” diye sorar. Öztürk:  “Benim” der. Adam: “Kenara gel!” der ve ekler: “Bak bu arabanın her tarafı dolu. Şimdi bütün bunların hepsini indireceksin. Bunların hepsini teftiş edeceğiz. Size de çok zahmet olacak. Sen şimdi bana bir bahşiş ver, geç git.”
Öztürk şöyle cevap verir: “Resûlullah (s.a.v.); “Rüşveti alan da veren de cehennemdedir”  buyurmuşlardır.
Adam şaşkınlık içerisinde: “Ne dedin. Bir daha söyle!” der.
“Nebi (s.a.v.) “Rüşveti alan da veren de cehennemdedir” buyuruyor. Bizim için hiçbir zahmeti yok. Eşyayı teker teker indiririz, kontrol edersiniz, tekrar yerine koyarız, gerekirse bekleriz, hiç mühim değil.”
Adam Öztürk’ün sakalını tutup okşar ki bu Araplarda çok büyük bir iltifattır: “Haza hacı! (Hacı dediğin böyle olur.) Verin şu pasaportları.”
Adam pasaportları alır, kalemi çıkarıp hepsine imza atar. Ondan sonra birkaç yüz metre ilerideki çıkış kapısına ıslıkla işaret verir. Meğer adam oranın başmüfettişiymiş. Öztürk’ü ve arkadaşlarını hiç bekletmeden binlerce arabanın arasından çıkarır ve Suriye hududunu geçerler.
(Hak Yolda Kılavuz: Ömer Öztürk, Misvak Neşriyat, s.163)