Cuma namazı, hür, akıllı, baliğ, mukim, erkek olan ve hasta olmayan her Müslümana farzdır. Cuma ve bayram namazları, İslâm ahkâmının en büyüklerindendir.
Mescidlerin varlığı, minarelerde ezan okunması, Cuma ve bayram namazlarının kılınması, o beldede müslümanların bulunduğuna ve İslâmî hükümlerin bir kısmının olsun icra olunduğuna açık bir delildir. Hanefi mezhebine göre Müslümanların başındaki idareci Müslüman ise cuma namazını kılabilmek için onun izni şart koşulmuştur. Şayet idareci Müslüman olmazsa veya Müslüman olduğu halde izin vermezse imkân olursa yine kılınacaktır.
Cuma namazının şartlarının bir kısmının olmadığı gerekçesiyle ‘Türkiye’de Cuma namazı kılınamaz’ düşüncesi yayılmaya çalışılmaktadır. Cuma namazını kılmayıp ve kıldırmayarak değil de, kılarak, kıldırarak ve cemâati uyararak hedefe doğru ilerlemek lâzımdır. Çünkü Allâh’ın yardımı cemâatle beraberdir. Dînin dünyâda en büyük feyzi böyle bir cemâatin oluşması ile ortaya çıkar. Bunun içindir ki, cemaatlerini kaybedenler, perişan olurlar.
Hakîkaten müslüman olabilmek ve müslüman olarak ölebilmek için her şeyden evvel Cenab-ı Hakk’ın ipine, İslam’a yapışarak tevhîd üzere toplanmak şarttır. Bunun en bariz örneği de Cuma cemâatlerinde görülmektedir. Hadis-i şerîfte **“Her kim hayâtımda veya benden sonra, gerek âdil ve gerek zâlim bir imamı bulunduğu halde hafife alarak, yâhud inkâr ederek Cuma’yı terk ederse Allâh onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiç bir işini mübarek kılmasın…” (İbn Mâce, İkame, 78, Hadis no: 1081)** buyrulmuştur.
Şer’î bir özür olmaksızın Cuma’yı terk etmek neticesi münafıklığa varacak olan büyük bir hüsrandır.
(Ekrem Doğanay, İslam’ın Şiarı Cuma Namazı ve Hükümleri, s.190-191)