Cimrinin Rüyâsı

Kethüdazâde Mehmed Arif Efendi’nin menakıbnâmesinde geçen bir cimrinin yoğurt hikâyesi şöyledir: Cennet yiyeceklerinin nelerden ibaret olduğu konusunda yöneltilen bir soruya Hoca Efendi cevap olarak şöyle diyor “Aşırı derecedeki cimriliğiyle kötü şöhret kazanan bir nekes (cimri) kahvede otururken, bir dilenci geliyor. Yoğurt alacağım diyerek iki akçe istiyor. Cimri, “İnayet ola! (Allah Versin)” diyor. Dilenci gitmeyip yine istiyor. Cimri yine, “İnayet ola!” sözünü söylüyor. Dilenci ısrarını sürdürüp istemeye devam ediyor. Artık iyice bıkan hasis herif, cebinden iki akçe çıkartıp yere atıyor, “Al, yıkıl, defol!” diye bağırıyor. Dilenci iki akçeyi yerden alıp gidiyor. Bir çanak yoğurt alıp yiyor.
İşte bu cimri, o gece rüyasında cennete giriyor. Bakıyor ki cennet geniş bir çayırlık alan, içinde bir hayli gezip dolaşıyor. Bir süre sonra hem yoruluyor, hem acıkıyor. Neden sonra karşısında bir insan görünüyor. Cimri, “Arkadaş! Bu nasıl cennet? Hani kuş kebapları? Hani o göz alıcı nimetler? Nerede çeşit çeşit, leziz leziz yemekler? Ben bu Cennet’te açlıktan öleceğim. Böyle Cennet mi olur?” diyor. Karşısındaki zat, “Haaa, bu akşam bir çanak yoğurt gönderdiniz.” cevabını veriyor ve yoğurdu getiriyor. Cimri, “Hani ekmek?” diyor. “Ekmek göndermediniz ki…” “Aaaaa! Buraya gönderirsen mi oluyor? Biz kendi kendine oluyor biliyorduk.” O zat, “Hayır kendi kendine hiçbir şey olmaz. Eğer bir şey gönderirsen, o gönderdiğin şey gelir. Burada hazır bulursun. Zira, “Dünya ahiretin tarlasıdır!” Hâdis-i şerîfi bunun böyle olduğunu bildiriyor.” deyip kayboluyor.
Zengin cimri uykudan uyanıyor, kendini kan ter içinde görüyor ve ailesini yanına çağırarak, “Aç şu sandıkları, çıkar şu altınları!” diye sesleniyor. Hemen birçok misafir odası hazırlatıyor. Her gün kendisinin yediği yemeklerden gelene gidene, yolculara yediriyor. Bu sefer cömertliğiyle meşhur oluyor.
(Dursun Gürlek, Tebessüm ve Tefekkür, s.42-43)