Mücahede gayretle çalışma, çaba gösterme, nefs ile savaşma, Allâh yolunda düşmanla karşı karşıya savaşma demektir. Mücahedenin esâsı «Benim rızâmı kazanmak için dış ve iç düşmanlar ile cihâd edenlere, elbette Cennetlerime kavuşma yollarını gösteririm» (Ankebut s. 69) ayet-i kerimesidir.
Ebû Nadra’nın Ebû Saîd-i Hudrî (r.a.)’den bildirdiği hadîs-i şerifte, Resûlullâh (s.a.v.)’e cihâdın en üstününden sorulduğunda: «Cihâdın en üstünü, zâlim sultan yanında doğruyu söylemektir» buyurdu. Bunu duyunca Ebû Saîd (r.a.)’in gözleri yaşla dolmuştur. Ebû Alî Dekkak (r.h.) buyurdu ki: «Bir kimse dışını mücâhede ile süslese, Allâhü Te’âlâ onun kalbini müşahede (gözle görmek, seyretmek) ile bereketlendirir. Nitekim Allâhü Te’âlâ (yukarıda bildirilen âyet-i kerimede): «Benim yolumda cihâd edene elbette, bana ulaşan yolları hidâyet ederim» buyuruyor. Başlangıcında cihâd ile uğraşmayan, mücâhede etmeyen kimse tarikatın zevk ve lezzetlerinden bir zevk ve lezzete kavuşamaz.»
Mücâhedede esas olan, nefsin arzularına uymayıp, ona muhalefet etmek, onu alışkanlıklarından, şehvet ve lezzetlerinden kesmek ve her zaman nefsi, arzusunun hilâfına götürmektir. Bunun için, nefsin şehvetlere dalınca, onu takva gemi ve Allâh (c.c.) korkusu dizgini ile zaptetmen, ona hâkim olman, onu emrin altına alman lâzımdır. Nefis, tâate kalkmada, ibâdete uygun olmada serkeşlik ederse, onu, korku ve arzusuna uymamak ve isteklerini vermemek kamçıları ile döverek tâat ve ibâdet tarafına sürmek muhakkak lâzımdır.
Hasan-ı Kazzaz (r.h.) buyurur: «Mücâhedenin temeli üç şeydir:
1. Zaruret ve mecburiyet olmadıkça yememek,
2. Uyku bastırmadan uyumamak,
3. Zaruret olmadıkça konuşmamak.»
İbrahîm-i Havas (r.h.) buyurur: «Beni korkutmak için saldıran her şey’i, mücâhede ile yendim.» Muhammed bin Fadl (r.h.): «Rahat, ancak nefsin emel ve emniyyetinden kurtulmaktır» buyurdu.
(Seyyid Abdülkadir Geylani, Gunyet’üt Talibin, s.469)