İmâm Gazali (k.s.) demiştir ki: Nasihat kolaydır, zor olan onu kabul etmektir. Zira o, hevasına tabi olana göre acıdır. Çünkü yasaklanan şeyler onların kalblerinde sevimlidir. Vaiz ise, ancak hakiki mü’mine faydalı olabilir. Hakiki mü’mini Cenâb-ı Allâh Kitâb-ı Kerimi’nde vasfederek şöyle buyurmuştur: “Kâmil mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allâh anıldığı zaman kalbleri ürperir.” (Enfâl s. 2) Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Dâvud (a.s.), hasta olmadığı halde, insanlar kendisini hasta zannederek ziyaret ederlerdi. Ancak Allâhü Teâlâ’nın korkusu ve ona karşı hayâsı kendisini hasta hâline getirmişti.” (Ebu Nuaym, Hilye, VII. 137)
Denilmiştir ki: “Gerçek korku sahibi; Allâhü Teâlâ’dan başkasından korkmayandır.” Bunun mânası; nefsi için korkmaz, ancak, Allâhü Teâlâ’nın yüceliğinden dolayı korkar. Nefsi için korkmak, ceza korkusudur. Sehl b. Abdullah elTüsterî demiştir ki: “Havf (korku), erkek, recâ (ümit) da kadın gibidir. Yani, onların ikisinin bir kalbde birleşmesinden imanın hakikati doğar.”
Allâhü Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
“And olsun ki; sizden önce kitab verilenlere ve size
Allâh’tan korkmanızı tavsiye ettik.” (Nisa s. 131) Bu Âyet-i Kerime Kur’an’ın en büyük âyetlerindendir. Çünkü bütün işlerin üzerinde döndüğü husus; Allâh (c.c.) korkusudur.
Yine denilmiştir ki: “Allâhü Teâlâ mü’minler için ayrı ayrı zikrettiği vasıflar, kendinden hakkıyla korkanlarda toplamıştır. Onlar da; hidayet, rahmet, ilim ve rızâdır.” Bunlara şu Âyetlerde işaret edilmiştir: “O levhalarda hidâyet ve rahmetin, Rablerinden korkanlara âit olduğu yazılı idi. (A’râf s. 154.)
Zunnûn el-Mısrî de: “Hakk’ı seven O (c.c.)’un muhabbet bardağından ancak, kalbine korkuyu attıktan sonra yudumlayabilir.” demiştir.
(Şihabüddin Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf: Avarifü’l-Mearif, s.641)