Cehlî küfrün ikinci nev’î olan küfür (cehl-i mürekkeb küfür): İslâm’a uygun olmayan bir i’tikâddır. Felsefeci­lerin ve İslâm’a muhalif fırkaların i’tikâdları bu nev’îdendir.
Muhaşşî (r.h.), bu hususta insanlar dört türlüdür der:

  1. Bir kimse vardır ki bilir; bilmiş olduğunu da bilir. Bu kimse âlimdir, o hâlde o kimseye uyunuz (tâbi’ olunuz.)
  2. Bir kimse vardır ki bilir; fakat bildiğini bilmez. Bu kim­se uyumaktadır, o hâlde o kimseyi uyandırınız.
  3. Bir kimse vardır ki bilmez; bilmediğini de bilir. İşte bu kimse câhildir, o hâlde o kimseye ilim öğretiniz.
  4. Bir kimse vardır ki o, bilmez; bir şeyi bilmediğini de bilmez, işte bu kimse, ahmaktır; o hâlde ondan uzak duru­nuz.

Bu cehl-i mürekkeb, cehl-i basitten daha tehlikelidir, daha şerlidir. Cehl-i basît, bir kerre câhildir; cehl-i mürek­keb, öyle bir hastalıktır ki tabîbleri, devasında (tedavi­sinde) yorgun bırakan (bıktıran) müzmin bir hastalıktır… Cehl-i mürekkebin ilâcı, az bir şekilde mümkün olabi­lir.
Bu hususta Hz. îsâ (a.s.), buyurmuşlardır ki: “A’mâyı (körü) ve ala tenliyi tedâvî ettim ve ölüleri dirilttim; ama cehl-i mürekkebe gelince onun tedâvîsi beni yor­gun bıraktı.” Çünkü cehl-i mürekkebin sahibi, i’tikâd eder ki onun cehli, ilim ve kemâldir; cehil ve maraz değil­dir. Bundan dolayıdır ki cehlinin izâle edilmesini ve tedâvî edilmesini taleb etmez. Çünkü izâleye ihtiyâç duymak, an­cak noksanlığı bilmekle mümkündür. Hâlbuki o, noksan ol­duğuna değil, kâmil olduğuna i’tikâd etmektedir. Ancak cehl-i mürekkeb sahibi, Allah’ın hidâyeti, inâyetiyle, bozukluğuna, fesadına, cehline muttali’ olursa ne a’lâ.
(Hz. Muhammed Mevlânâ Ebû Saîd Hadimi (k.s.), Berika Tercemesi 2. c., 420-421. s.)