Cebrâil (a.s.)’ın vazîfesi peygamberlere vahiy getirmek, Allâhü Te’âlânın emir ve yasaklarını bildirmektir. Resûlullâh (s.a.v.) Mekke yakınındaki Hira Dağı’nda ibâdet ve tefekkürle meşgul iken Cebrâil (a.s.) gelerek ilk vahyi getirmiştir. Cebrâil (a.s.) yirmi üç yıla yakın bir sürede Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini peyderpey ve çeşitli şekil ve sûretlere girerek getirmiş, Resûlullâh (s.a.v.)’e ulaştırmıştır.
Resûlullâh (s.a.v.) bir defasında Cebrail (a.s.)’a suâl edip: “Gökten indiğin vakitlerde sana hiç zorluk ve yorgunluk geldi mi?” buyurunca Cebrail (a.s.): “Evet, dört yerde geldi; diyerek şunları söylemiştir:
Birincisi: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı zaman ben arşın altında idim. Cenâb-ı Hak bana: “Kuluma yetiş” buyurdu. Ben yetişip: “Bir ihtiyacın var mı?” dedim. İbrahim (a.s.): “Sana ihtiyacım yok!” dedi.
İkincisi: İbrahim (a.s.) bıçağı İsmail (a.s.)’ın boğazına koyduğu vakit yine arşın altında idim. Allâh Te’âlâ: “Kuluma yetiş” buyurdu. Ben bir göz açıp yumacak kadar vakitte yetişip bıçağı ters çevirdim.
Üçüncüsü: Uhud günü küffar sana zarar verip azı dişini kırdıkları zaman Allâh Te’âlâ: “Kuluma yetîş, kanı yere damlamasın. Eğer Habîbim’in bir damla kanı yere düşerse azametim hakkı yerden ne bir nebat, ne bîr ağaç bitiririm!” buyurdu. Ben de hemen iki elimle kanını tuttum sonra onu havada kaybettim.
Dördüncüsü: Yusuf (a.s.) kuyuya atıldığı zaman Allâh Te’âlâ: “Kuluma yetiş!” buyurdu. Ben yetiştim. Yusuf (a.s.) daha kuyunun dibine varmadan kuyunun alt tarafından bir taş alıp Yusuf (a.s.)’ı onun üzerine oturttum. (Rûhu’l-Beyân, 3/311)
(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (k.s.), Uhud Gazvesi, s. 26-27)