Kabirden önce Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacaklar. Burak üzerinde, elinde Livâü’l-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak, önce peygamberlerden Hazret-i Âdem, sonra Hazret-i Nuh, sonra Hazret-i ibrâhîm, Hazret-i MÛsâ ve Hazret-i îsâ (a.s.)’a gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allâhü Te’âlâ’dan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemeyecekler, sonra Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e gelip yalvaracaklardır. Resûlullâh (s.a.v.):
“- İnsanlar bana gelirler. Dertlerini söylerler ve onlara:
“Evet, Allah’ın izin verdiği dilediği ve razı olduğu kişiler için, şefaat ederim. Kalan da kalır.
Allâhü Te’âlâ, mahlûkâtı arasında hüküm vermeye başladığı zaman, bir münâdi şöyle seslenir:
– Muhammed (s.a.v.) ümmeti nerede?
Evet, biz ümmetlerin sonuncusu olarak dünyaya geldik. Ama, Kıyamet Günü, ilk hesaba çekilecek kimseleriz. Ben kalkarım, ümmetim de benimle beraber kalkar. Diğer ümmetler, bize yol açarlar. Temizlik eseri olarak parlak, nurlu bir şekilde yol alırız. Biz geçip giderken, diğer ümmetler, bizim için şöyle derler:
– Nerede ise, bu ümmetin hepsi peygamber olacakmış!…
Bundan sonra cennetin kapısına gider; kapının açılmasını isterim. Bir ses der ki: – O kimdir? Ben:
-Allah’ın Resulü Muhammed’im, derim. Kapı açılır, içeri girer; Rabbime secdeye kapanırım. O’na öyle bir hamd ederim ki; benden evvel hiç kimse, O’na öyle bir hamd etmemiştir. Benden sonra hiç kimse böyle bir hamde muvaffak olamaz. Sonra bana şöyle denir:
– Başını kaldır, söyle, dinleneceksin; iste, istediğin verilecek. Şefaatçi ol, şefaatin kabul olunacak. Bundan sonra başımı kaldırırım. Kalbinde bir arpa tanesi kadar, yâhûd zerre miktarı îmânı olana şefaatçi olurum. Yâni “Allah’tan başka ilâh olmadığına; Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahadet edip yakî n derecesinde îmân edenlere.”
Not: Nebî (s.a.v.)’e Mahsûs Faziletler serîsinin bir sonraki yazısı 29 Kasım tarihindedir.
(Ebû’l Leys Semerkandî, Tenbihü’l Gafilin, 57.s)