Medine halkı arasında anlatılan şu hikâye çok meşhurdur: Anadolu tarafından Sadık bir Hak ve Peygamber (s.a.v.) aşığı gelip Medine’ye yerleşmiş. Orada evlenmiş, uzun müddet ikâmet ettiği için Hücre-i Şerîfte bir hizmet ile şereflenmiş. Bir zaman sonra humma hastalığına tutulmuş. Hummanın ateşi ile yanıp tutuşurken birgün hatırına gelmiş ki “şimdi Anadoludaki vilayetimde olsaydım ve şu filan yoğurttan bir tas ayran içseydim…” Bu düşünceleri içinden geçirmiş, ama lisanıyla ne kendi kendine ne de başkasına birşey dememiş.
O gece Resûlullah (s.a.v.) (âlem-i rûhaniyette) ŞeyhülHarem’e şöyle buyurmuşlar: “Burada bizim filan hizmetimizi, hacılar ile gelecek olan filan adama ver” demiş? Şeyhü’l-Harem hürmet ve edeb ile “Ya Resûlallah, o hizmete ümmetinizden Medine’de oturan filan kimse bakmaktadır…” deyince (s.a.v.) Efendimiz, şöyle buyurmuşlar: “O kimseye bizden selam eyle, varsın vilayetinde ayran içsin!” Ertesi gün Şeyhü’l-Harem hasta olan o zatın evine gitmiş, Peygamber (s.a.v.)’in emrini tebliğ etmiş.
Bir gönülde iki muhabbet olmaz. Eğer bir kimse Medine’ye yerleşip Resûlullah (s.a.v.)’e komşu (mücavir) olmak isterse kendisini başka şeylerin sevgisinden temizlemesi gerekir.
Bu meselede İmâm-ı A‘zam (r.a.) Efendimizin sözü üzere hareket etmek lâzımdır. Buyurmuşlar ki: “Bizim için hayırlı olan şudur: Medine’de olup da gönlümüz Bağdad’da olmaktansa, biz Bağdad’da olalım da gönlümüz Medine’de olsun…”
Allâh (c.c.) gönlümüzden diğer bütün muhabbetleri çıkartsın ve kendi aşkıyla Resûlü (s.a.v.)’in muhabbetini doldursun. Amin…
(Derviş Ahmet Peşkarî, Tayyibetü’l Ezkâr, s.44-45)