Çaldıran hezîmeti, tehdîd edici Şiî tehlikesini izale ettiği için, Memlûklülerde sevinçle karşılanmış, Mısır ve Suriye’de şenlikler yapılmıştı. Hele Yavuz’un şehzâdeliğinde senelerce üzerinde en ince teferruatına kadar düşündüğü projelerini tatbîk ederken dedesi gibi dâhiyâne ve hiçbir açık kapı bırakmayan tedbîrlere tevessül etmesi, karşıdakini büsbütün uyuşturucu mâhiyetteydi. Meselâ Çaldıran Sefer-i Hümâyûnu’na çıkarken Memlûk Sultânı’na sefîr gönderip seferin müştereken yapılmasını, Şiî tehlikesinin imhâsı şerefinin iki büyük Sünnî devlet arasında paylaşılmasını teklîf etmiş, fakat başını Şah İsmâîl ile belâya sokmak istemeyen Memlûk Sultânı tarafından nâzikâne şekilde atlatılmıştı. Yavuz’un maksâdı da böyle idi ve teklîfinin bir neticesi olacağını biliyordu ki, o da, Mısır’ı dostluğuna inandırıp uyutmak ve çetin İran seferi esnâsında rahat durmasını sağlamak idi. Yavuz’un mükemmel câsusluk teşkilâtı ise, Memlûklüler’de geçen herşeyden haberdâr idi. Vezîr-i Âzam Sinan Paşa’nın 40.000 kişilik bir öncü ordusu ile Fırat’ı aşması üzerine Memlûklüler’de telâş başlamış, artık Osmanlı’nın niyeti anlaşılmıştı. Memlûk ordusunda Yavuz taraftarı beyler vardı. Onları kendisine çekmişti.

Zaferden sonra Yavuz, düşmanı en serî bir şekilde takîb ettirmek dehâsını göstererek, birkaç hafta içinde Mısır’a kadar olan toprakları zapteyledi. Hama, Humus ve Şam, birbiri arkasından düşdü. Memlûklüler’in perişan kuvvetleri, başsız kalmıştı. Şam’da Yavuz, uzunca müddet tavakkuf etti. Daha birçok işler başardıktan sonra birçok cihângirin göze alamadığı Sina’yı geçecekti. Selâhaddîn-i Eyyûbî’den sonra Mısır ilk defa olarak hâriçten gelen bir cihangir tarafından zapt edilecekti.

(Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c.8, s.43-45)