Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden biri de, gerek sözle ve gerekse davranışlarımızla yalan söylemememiz hakkındadır. Bazıları kendisinin Allâh (c.c.)’a yakın olduğunu, ilâhî sırlara vâkıf bulunduğunu, çağdaşlarına Kıyâmet gününde şefaât edeceğini söyler. Gerçekte ne keşif sahibidir, ne de Allâh (c.c.) onu bu dediklerini yapacağına muttalî kılmıştır. Yalan hakkında Şeyhayn (r.a.e.) şu hadîsi anlatır: “Yalandan kaçının. Yalan, kişiyi fesâd ve fücurluğa götürür. Fücur da cehenneme götürür. Bir insan yalan söyleyip durursa, Hâkk Teâlâ onun adını sonunda yalancı cedveline yazar.” İbn Hibban (r.âleyh) şu hadîsi anlatır: “Yalan söylemeyin, yalan gerçekten, fısk ü fücurla birlikte bulunur. Fücur ise kişiyi cehenneme götürür.” Yine Şeyhayn (r.a.e.) şu hadîsi anlatır: “Bir münâfıkın izi üçtür.” Efendimiz (s.a.v.) bu üçten birini şöyle açıklamışlardır: “Konuştuğu vakit yalan söyler.”
Zamanımızda bu âhde ihânet edenler çoğalmıştır, özellikle bunların içinde birçok şeyhler de bulunmaktadır. Hatta bazıları dostlarına, “Sana şeytân yaklaşacak veya gelecek olursa, bana doğru dön ve ona, “Senin adınla bu şeytanı kovuyorum” diye seslen” diyerek tavsiyede bulunurlar. Hâlbuki bu şeyhin nefsini incelemiş olsan, belki de gece gündüz bir iblisin sırtına binerek, üzerinden inmeden dolaşmaktadır. Yine bunlardan bazıları şöyle bir tavsiyelerde bulunurlar: “Sana münker ve nekir melekleri gelir ve seni sorguya çekmek isterlerse veya bir cehennem zebanisi yanına gelirse, “ben filancanın cemaatindenim” diye o zebâniye bildirmelisin. Adımı verdiğin takdirde onlar senin yakanı derhâl bırakacaklardır.” Daha buna benzer birçok anlamsız hezeyânlarda bulunurlar. Ey kardeşim! Bu anlattıklarımı göz önünde tutarak, Allâh (c.c.)’un sırat köprüsünden selâmet ve emniyetle geçmen için hiçbir yalan iddiaya kalkışma. Allâh (c.c.) seni hidayete eriştirsin.
(İmâm Şaranî, Büyük Ahidler, s.985-988)