Allâh (c.c.)’un mekrinden emin olmak demek, Cenâb-ı Hakk’ın kula nimetler ve mühletler verip sanmadığı bir zamanda ve hatırına gelmediği cihetten intikam alacağından korkusuz olmak ve güvenli bulunmak demektir. Bu da iki mertebededir:

  1. Küfür olan eminliktir. Nitekim Vacib Teâlâ Hazretleri buyurur ki: “Acaba o ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler? Yoksa o ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken onlara azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler? Allah’ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın tuzağından emin olmaz”. (Araf s. 97-99) Nitekim Firavunların Allâh’a karşı büyüklenmeleri, birtakım Deccal fıtratlı insanların Allâh (c.c.)’a iftiraları, zındıkların dinde sapmaları, zalimlerin halkın hukukuna tecavüz etmeleri, fasıkların günâhları açıkça işlemeleri, bid’atçilerin İslâm’da olmayan bir takım hurafeleri dine sokmaya çalışmaları, mekr-i ilâhîden emin ve korkusuz olmalarından doğmadır. Yani kendi haddini tanımayarak Allâh’a karşı cesaret, yiğitlik ve taşkınlık demektir.
  2. Allâh (c.c.)’un gazab ve kahrından katî değil de zannî ve bir sanı olarak emin olup bu türlü korkusuz olmaktır. Bu mertebe, zannî olmasından dolayı günâhtır.

Bu cüret al’Allah’ın karşılığı ve zıddı korkudur ki, Allâh korkusudur. Kişi Allâh korkusunu gönüle yerleştirdiği takdirde Rabbinin emrinden dışarı çıkmak, Allâh’ın mekrinden emin olmak yerine kalbini bir mahzunluk ve korku kaplar. Bu korku neticesi kişi, geçmiş ömründe işlediği günâh ve masiyetlerin elemini duyar, kaçırdığı taat fırsatlarına üzülerek Allâh (c.c.)’un manevî huzurunda korku ve tezellül duyar. Nihayet bu güzel duyguların, Allâh’ın inayetine vesile olması sonunda, hakikî kulluk mertebesine ulaşır.
(Ahmed Kemâleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s.354)