Ashab’ın ve Salihlerin Korkusu

Ashab’ın ve Salihlerin Korkusu başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz.

Bil ki, peygamberlerden sonra Allâhü Te’âlâ’yı en çok tanıyan ve O (c.c.)’un hakkında en fazla bilgisi olan kimseler ashab, tabiîn ve bunları takip eden âlimler ve sâlihlerdir. Beşeriyetin en akıllı kesimi de bunlardır. Bunlar da, Alâhü Te’âlâ’dan çok korkmuşlardır.
Meselâ, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Allâhü Te’âlâ’dan o kadar korkardı ki, büyük hizmetine ve erişilmez imânına rağmen “Keşke ben sorumlu bir insan değil, masum bir kuş olarak yaratılsaydım.” demiştir. Hz. Ömer (r.a.)’in yanaklarında göz yaşlarının açtığı iki oluk vardı. Çünkü Allâhü Te’âlâ korkusuyla çok ağlardı. O azap âyetlerini dinlerken de bayılırdı. Bir gün, “…Ve amel defterleri açıldığı zaman herkes neler yapmış olduğunu görür.” (Tekvîr s. 14) âyetlerini dinleyince bayılmış, bir gün de, “Rabbinin azabı vuku bulacaktır. Hiçbir şey onu önleyemeyecektir.” (Tûr s. 7-8) âyetlerini dinlerken kendinden geçmiş ve bir müddet evde hasta yatmıştır.
Muâz İbni Cebel (r.a.) şöyle demiştir: “Cehennem üzerindeki Sırat köprüsünü selâmetle aşıp cennet tarafına geçmedikçe müminin korkusu azalmaz.” Bu az sayıdaki örnekler bile, bu masum ve mahfuz kulların Allâhü Te’âlâ’dan ne kadar korktuklarını açıkça gösterir. Ancak korkmak ve korku duymak, günâh çokluğundan değil, kalp saflığından (arı ve duru olmasından) ve marifet tamamlığından ileri gelir. Bundan dolayı bu zatlar, günâhlarının olmamasına veya çok az olmasına rağmen Allâhü Te’âlâ’dan çok korkmuşlardır. Biz (İmâm Gazalî) ise, şehvet, gaflet ve kasvetle malul olduğumuz için kalplerimizde yeterli korku hissetmiyoruz. Bunu hissetmeyince de ne günâhlarımızın çokluğu, ne amellerimizin azlığı, ne duygularımızın canavarlaşması, ne de bu kötü hâl içinde ecelimizin yaklaşmış olması bizi ürkütmüyor ve silkeleyip harekete getirmiyor.
Allâh’ım! Basiretlerimi fethet ve kalplerimizi kendine yönlendir. Ta ki, söylediklerimizi yapalım ve duyduklarımıza uyalım.
(İmâm-ı Gazâlî (rh.a.), İhyâ-u Ulûmi’d-dîn, 4.c., 337-347.s.)