Gündüzün ortalarında, Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına çıplak ve fakir bir takım kimseler çıkageldiler.
Resûlullâh (s.a.v.), öğle namâzını kıldırdıktan sonra cemâata bir hutbe îrâd etti. Hutbesinde, Allâh (c.c.)’ya hamd-ü senâda bulundu ve:
“Ey insanlar! Sizi, bir tek candan yaratan, ondan da yine onun eşini vücûda getiren ve ikisinden bir çok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkunuz. Kendisinin ismini öne sürmek sûretiyle birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allâh (c.c.)’den ve akrabalık bağlarını kırmaktan sakınınız. Şübhe yok ki: Allâh (c.c.), sizin üzerinizde gözcü bulunuyordur.” (Nisa s. 1.â.) “Ey îmân edenler! Allâh (c.c.)’den korkunuz. Herkes, yarın (âhiret günü) için ne gönderdiğine bir baksın! Allâh (c.c.)’den korkunuz! Çünkü, Allâh (c.c.), ne yaparsanız, hakkıyla haberdârdır.” (Haşr s. 18.â.) âyetlerini okudu. Sözüne devâmla: “İnsan, dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sa‘ buğdayından, bir sa‘ kuru hurmasından -hattâ yarım hurma bile olsa- sadaka vermelidir.” buyurdu.
Derken, Ensâr (r.a.)’den bir adam, eliyle taşımakta zorlandığı bir kese getirdi. Sonra, birbiri ardınca herkes, bir şeyler getirmeğe başladı. Nihâyet, yiyeceklerden ve elbiselerden iki küme meydâna geldiğini gördüm. Resûlullâh (s.a.v.)’in yüzünün altınla yaldızlanmış gümüş gibi parıldadığını gördüm.
Bunun üzerine, Resûlullâh (s.a.v.): “Her kim, İslâm’da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiçbir şey eksiltilmemek şartiyle sevâbları kendine âit olur. Her kim de, İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın vebâli ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebâli, hiçbir eksikleri olmamak üzere ona âid olur!” buyurdu. (Müslim)
(M. Âsım Köksal, Peygamberler Târihi, c. 17, s. 104)