Âlemlere rahmet olarak gönderilen, nebîlerin sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in ümmeti dünya yaşadıkça yaşayacak ve gelişecektir. Böyle yaşayacak, gelişecek ve olgunlaşacak bir ümmetin karşılaşacağı yeni Hâdiselere ve olaylara, Kitap ve Sünnetten kolaylıkla ve açık olarak hüküm bulmak ve çıkarmak, herkesin yapabileceği kolay bir iş değildir. Halbuki, dinlerin en mükemmeli olan islâm’ın her hâdiseye bir hüküm ve her olaya bir çözüm getirdiği, ilim erbabınca bilinmektedir. O hâlde, hakkında Kur’ân ve Sünnette açık hüküm bulunmayan konular hakkında, şer’î yollardan hüküm çıkarmak için içtihada ve müçtehide şiddetle ihtiyâç vardır. Bazen, hükmün çıkarıldığı iki delîlin lafızları arasında çelişki oluşur. Çelişiyor gibi görülen bu hükümler arasında en kuvvetli olanını bulmaya ve anlamaya büyük bir basîret ve ilim gerekir ki, bu da ancak müçtehid olan zâtta bulunur. Bu saydığımız şartlar ve özelliklerle birlikte daha başka zorluklar ve bilinmesi zarurî hususlar da vardır. Senedin kuvveti ve zayıflığı gibi. işte bütün bu zorluklardan kurtulabilmek ve sıhhatli bir hükme varabilmek için müçtehide ve içtihada ihtiyâç vardır. Har insaf sahibi iyi bilir ki; iyi Arabça konuşan her Arab veya bir başkası, bütün Âyet ve Hadîslerin içerdiklerini ve ihtimâli olduğu şeyleri bilemez. Hattâ tahsil görmüş ve birçok ilimlerde maharet sahibi olmuş kimseler bile bu incelikleri bilemez. Bunun için, Âyet ve Hadîslerden hüküm çıkarmak için müçtehid olma şartı gerekli görülmüştür. Selef (önce gelen), halef (sonra gelen) ve hattâ çağımızın gerçek ilim adamları da bu konuda ittifak etmiştir. Ehliyetli olmayan kişilerin yüce dînimiz hakkında karar verme yetkisi yoktur demişlerdir. Bir müslümanın Dört Mezheb’i terkederek Kitap ve Sünnetin meal ve tercemelerinden anladığımla amel edip, hüküm çıkarabilirim veya ben de müçtehidim, bununla beraber Ehl-i Sünnet’e mensubum derse, davası doğru olmaz.
(M. Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, 165-167.)