Efendimiz (s.a.v.), bizlere işlerimize başlarken Allâh (c.c.)’a hamd ederek başlamamızı vasiyet etmişlerdir. Zira hamd etmek ihtiyacımızı arz etmeden önce sunduğumuz bir hediye hükmündedir.
İnsanın şükrü dil ile Allâh (c.c.)’a hamd etmektir. Bir de, üzerinde bulunan nimetleri Allâh (c.c.)’dan bilip bunu itiraf etmektir.
Muhammed b. Kâ’b el-Kurezî şöyle der: Süleyman (a.s.)’a milleti içinden birtakım insanlar geldiler ve şöyle dediler:
“Sana öyle bir şey verildi ki, senden önce hiç kimseye verilmemişti.”
Bunun üzerine Süleyman (a.s.) şöyle dedi:
“Dört huy var ki, bunlar bir kimseye verilmiş ise, ona verilen, Dâvud soyuna verilenden hayırlıdır:”
1. Allâh’tan korkmak.
2. Zenginlikte ve fakirlikte orta hâlli olmak. İktisatlı davranmak.
3. Öfke anında adalete riâyet etmek.
4. Darlığa da genişliğe de razı olup Allâh (c.c.)’a hamd etmek.
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bir kişinin mescide girip namaz kıldığını, sonra, “Ey Allâh’ım! Beni mağfiret ve rahmetine kavuştur” diyerek duâ ettiğini duyar. O kişiye:
“Ey namaz kılan kişi! Pek acele ettin, namazını kıldıktan sonra oturup gereken usul ve edeple Allâh (c.c.)’e hamd-ü senâda bulunmanın ve bana da salât ve selâm getirmenin akabinde Allâh (c.c.)’a duâ etmiş olsaydın daha iyi olurdu.” buyurmuşlardır. O kişiden sonra başka bir kişi namaz kıldı. Sonra da oturup Allâh (c.c.)’a hamdda bulundu, Efendimiz (s.a.v.)’e salât ve selâm getirdi. Efendimiz (s.a.v.) o kişiye:
“Ey namaz kılan kişi! Allâh (c.c.)’dan ne dilersen dile, Allâh (c.c.) duânı kabul ederek sana icâbet eder.” buyurdular.
Allâh (c.c.)’a hamd ederken unutulmaması gereken en önemli unsurlardan birisi hamdın sadece verilen nimetler karşısında yapılmayacağıdır. Hamd her kulun üzerine düşen bir vazifedir. Bizlere bu dünyayı ve dolayısı ile kendine kul olma hakkı veren Allâh (c.c.)’a hamd etmek bir karşılık sonucu değildir. Ancak Allâh (c.c.) asla kulunun hamdını karşılıksız bırakmaz.
(İmam Şa’rânî, Uhud-ül Kübra s.334, Ebû’l Leys Semerkandi, Tenbih-ül Gâfilin, s.520)