Müslümanın müslüman üzerindeki altı hakkından birincisi, birbirlerini gördükleri zaman selamlaşmalarıdır. Nitekim Allâhü Teâlâ, Mi’râc gecesi,, Habîbine: “Esselâmü aleyküm, yâ ey-yühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü” diye selâm vermiştir. Kul da Rabbi gibi selâm vermelidir.
Tarîküddin sultanı Şeyh Ebû İshak İbrahim Şehriyâr Kâzrûnî (r.h.) buyuruyor ki: “Hakkın dostları Cennete ulaşırlar. Rıdvan onları karşılamaya çıkarlar. Allahü Teâlâ’nın selâmını onlara ulaştırırlar. Onları kollarından çekerek Cennete götürürler. Onlar elbiselerinin yenlerini yüzlerine getirip: “Yâ Rabbi, biz dünyâda, ağlayan gözlerimizle, kebâb olmuş kuşları aramadık. Cehennem korkusu ve Cennet arzusu ile ibâdet etmedik; biz seni görmek isteriz” derler. ”Ey benim dostlarım, sevgili kullarım! Görme için söz verilen yer, Dârül Karâr’dır. Siz, Cennetin ortasına adım atınız. Ben ki Allâh’ım, ahdime vefâ ederim, rızâmı ve likâmı size ikram ederim” buyurur. Bu iki sözden birisi ile selâm vermelidir.
İmâm-ı A’zam’a (r.h.) göre fısk ile, günâh ile meşgul olanlara selâm verilir. Çünkü, selâm, Allahü Teâlâ’nın rahmetidir ve Allâhü Teâlâ’nın rahmeti âsiler, günahkârlar içindir. Aynı zamanda, onlar selâma cevab verirlerse, günâh içinde iken tâat yapmış olurlar. Böylece selâm veren, onlara emr-i ma’rûf yapmış olur. Bunun için, onlara selâm vermek evlâdır buyurmuştur. Sahihlerinde diyor ki; Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: “Evinden sabahleyin çıkıp, müslüman kardeşine selâm verene, Allâhü Teâlâ, bir köle âzâd etmek sevâbı verir.” Bir hadîs-i şerîfte de: “İki müslüman karşılaşıp, selâmlaşır ve müsâfaha ederler ve bir defa bana salâvât-i şerîfe okurlarsa, analarından doğdukları gün gibi günahlardan temizlenirler” buyuruldu. Uyûn-i Firdevs-i Ahbâr’da Temîm-i Dârî (r.a.)’in bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Boyna sarılmanın sünnet olması İbrahim (a.s.) ile başlar. Bundan önce, ya’nî Âdem (a.s.)’dan İbrahim (a.s.)’a kadar selâmlaşmak, birbirlerine secde etmekle olurdu. Sıra Muhammed (s.a.v.)’e gelince, İslâm dîninde musâfaha sünnet oldu”.
(Muhammed Rebhâmî, Riyad’ün-Nâsıhîn, 232.s.)