Cenâb-ı Hakk, bazı peygamberleri kendi isimleriyle isimlendirmiştir. Meselâ Hz. İsmâil ve İshâk (a.s.), “Alîm” ve “Halîm”, Hz.İbrâhim (a.s.), “Halîm”, Hz. Mûsâ (a.s.), “Kerîm”, Hz. Yûsuf (a.s.), “Hafîz” olarak isimlendirilmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in dışındaki peygamberler, bu İlâhî isimlerden sâdece bir veya iki isimle anılırken, Resûlullah (s.a.v.)’in bunlardan otuz kadarıyla Kur’ân’da anıldığı görülmektedir. (Kâdı Iyâz, c.1., s.236-243)
Ancak Cenâb-ı Hakk’ın, hiçbir peygamberi, kendine âit olan “Raûf” ve Rahîm” isimleriyle anmadığını, yalnızca Resûlullah (s.a.v)’ı bu iki isimle adlandırdığını görmekteyiz. “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe s. 128)
Gerçekten de Resûlü (s.a.v.)’e bu isimleri vermesi ve O (s.a.v.) böyle vasıflandırması, O (s.a.v.)’in hakkında büyük bir taziz ve ikram demektir. Bundan da anlaşılır ki, Allâh’ın güzel isimlerinin hepsi “Allâh, Rahmân ve Rabb” gibi sırf Allâh’a mahsus olan isimlerden değildir. Resûlullâh (s.a.v)’in kendisi, İlâhî ahlâk ile ahlaklandığından dolayı mü’minlere raûf ve rahîmdir. Getirdiği din de bütün yönleriyle, mü’minler için ayniyle nimet ve rahmettir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e âit, Kur’ân-ı Kerim’deki bu özellikleri bildirdikten sonra şunu diyebiliriz: Resûlullah (s.a.v), diğer insanlar gibi bir beşerdir. Ancak O (s.a.v.)’in beşerîliği yanında, bir de nübüvvet yönü vardır ki, bununla O (s.a.v.), diğer insanlardan ayrılmaktadır. Yine bazı özelliklerde O (s.a.v.), diğer peygamberlerle müştereklik arzetse de, yukarıda da ele aldığımız gibi bazı noktalarda bu peygamberlerden de ayrılmaktadır. (Suyûtî, Hasâisu’l-Kübrâ)
(Zemahşerî, c.2, s.325; Kurtubî, c.8, s.302; Âlûsî, c.11, s.52)