Ebu Zer (r.a.)’den, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizler Allâhü Teâlâ’nın zâtından sadır olan bir şeyden, yani Kur’an’dan daha üstün bir şeyle Allâhü Tealâ’ya dönüp yaklaşamazsınız.” (Hâkim, Ebû Dâvûd, Tirmizi)
Pek çok rivayetten anlaşılmaktadır ki, Allâhü Tealâ’ya Kur’an-ı Kerim’den daha üstün bir şeyle yaklaşılamaz. İmam Ahmed (r.a.) diyor ki: “Ben rüyamda Allâhü Teâlâ’yı müşahede ettim ve “Huzuruna yaklaşmak için en iyi şey nedir?” diye sorunca, “Ey Ahmed, Benim kelâmım (olan Kur’an’dır)” buyurdu. Ben, “Manasını anlayarak mı yoksa anlamayarak mı?” deyince, buyurdu ki, “Anlayarak veya  anlamayarak okunsun, her ikisi de bana yaklaşmaya sebeptir.”
Allâh (c.c.)’a yaklaştıran yola koyulmak yani “ihsân” derecesi, insanın kendisini devamlı Allâhü Teâlâ’nın huzurunda bilmesine denir. Bunlardan ilki, “Zikri kalbî” yani kalp ile Allâh (c.c.)’u zikretmek olduğu için aslında iki yol vardır. Birincisi; ister kalpten olsun, ister dilden Allâh (c.c.)’u zikretmek. İkincisi; Kur’an okumaktır. Öyleyse zikrin özeti Allâhü Teâlâ için kullanılan kelimeleri devamlı tekrarlamaktır. Böyle yapmak zihnin o yüce Zât’a doğru yönelmesine ve iltifatına sebep olur. Bir bakıma o Zât hatırda tutulur. Hatırda tutmanın devam etmesine beraberlik (maiyyet) denir ki, şu Hadis-i Kudsi’de anlatılmıştır: “Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben onu kendime sevgili kılarım. Hatta onun dinleyen kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.”
(Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Amellerin Faziletleri, s.212-213)