Abdullâh bin Mübârek (rahmetullâhi aleyh) bir yolda gidiyordu. Önünde bir kaç koyun olan bir çocuk gördü. Çobanlık yapıyordu. Abdullâh bin Mübârek (rh.a.) ona acıdı ve: Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allâh ta‘âlânın ibâdet ve ma’rifetine nasıl erişir, dedi.
Hâce, kendi kendine: Gideyim, ona Allâh ta‘âlâyı tanımakta bir mes’ele öğreteyim, deyip çocuğun yanına geldi ve: Evlâdım, Allâh ta‘âlâyı bilir misin? buyurdu. Çocuk:
Kul nasıl sâhibini bilmez! dedi. Allâh ta‘âlâyı ne ile biliyorsun? buyurdu. Bu koyunlarımla, dedi. Bu koyunlarla O’nu nasıl bilirsin? buyurdu.
Bu bir kaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunları koruyucu birisi lâzımdır ki, bunlara su ve ot versin. Kurttan ve diğer tehlikelerden korusun. Bundan anladım ki, kevn ü mekân, ins ü can bu hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucusuz olamazlar. Bu binlerce çeşit mahlûkâtı korumaya kâdir olan, Allâh ta‘âlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allâh ta‘âlâyı, böylece bildim, dedi. Allâh ta‘âlâyı nasıl bilirsin? buyurdu.
Hiçbir şeye benzetmeden bilirim, dedi. Böyle olduğunu nasıl bildin? buyurdu. Yine bu koyunlardan, dedi. Nasıl? buyurdu. Çocuk:
Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allâh ta‘âlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım, O’na benzeyen bir şey yok. O her şeyi işitir ve görür, dedi.
Abdullâh bin Mübârek (rh.a.): İyi söyledin, dedi.
(Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rh.a.),
Riyâdu’n-Nâsihîn, 45.s.)