Allâh ta‘âlâ âhirette görülecektir. Mü’minler cennette Allâh ta‘âlâyı aralarında bir mesâfe olmaksızın, bir şeye benzetmeyerek, keyfiyeti bilinmeyerek, başlarının gözleriyle göreceklerdir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfi ile beyân ediyor ki: “Cennet ehli, cennete girdiği zamân Cenâb-ı Hakk:      “-Daha bir şey istiyor musunuz ki, (vereyim) artırayım.” buyuracaktır. Onlar da, “-Yüzlerimizi ağartıp bizi cennete koymadın mı? Bizi ateşten kurtarmadın mı?” cevâbını verecekler. Peygamberimiz (s.a.v.): “Derhal perde kaldırılacak, artık onlara, Rabblarına bakmaktan daha sevimli bir şey olmayacaktır.” buyurdu ve “İyi iş ve güzel amel yapanlara (ihsan mertebesine erenlere) bir de ziyâde vardır. Onların yüzlerine, ne bir toz bulaşır, ne de yüzlerini bir korluk kaplar. Onlar cennetin yârânıdırlar. Kendileri de, o cennette ebedî kalıcıdırlar.” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.”
Allâh ta‘âlâ, keyfiyetsiz ve teşbihsiz görülecektir, kaydıyla Mücessime ve Müsebbibe fırkalarının görüşlerinin aksi ifâde edilmiştir.
Mesâfe, uzaklık demektir. Burada mesafe kelimesi, yön ve mekan ma‘nâlarına kullanılmıştır.
Allâh ta‘âlânın, âhirette, gözle bizâtihi görülmesi haktır, ma‘lumdur. Akıl ile değil, nass (âyet-i kerîme) ile sabittir. Tavsif bakımından da, müteşâbihâttandır.
Fahru’l-İslâm Alî el-Pezdevî, Usûlü’l-Fıkh adlı eserinde der ki: “Allâh ta‘âlânın âhirette gözle görülmesi, müteşâbihe apaçık bir misaldir. Bu, Kur’an’ın nassı ile sabittir. Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
“Yüzler vardır ki, o gün güzelliği ile parıldar. O yüzle Rabblarına bakarlar. O, kemâl sıfatı ile mevcuttur. Cenâb-ı Hakk’ın görülmesi kemâl sıfatının mü’mine ikrâmıdır. Fakat yön tesbîti mümkün değildir. İşte yön ve mekân tesbîti mümkün olmadığından tavsifi müteşâbihtir. Burada müteşâbihi kabûl etmek, hakîkî i‘tikad sahipleri için gereklidir.
(Fıkhı Ekber Şerhi, Çev. Ahmet Karadut, 287-289.s.)