İbn-i Vehb’den gelen bir rivayete göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: Allâh (c.c.) bana buyurdu ki:
– İste ey Muhammed!
– Ya Rabbi ben ne isteyeyim; Sen İbrahim’i dost edindin! Musa ile konuştun, Nuh’u (peygamber olarak) seçtin. Süleyman’a ondan sonra hiç kimseye lâyık olmayan bir mülk (hakimiyet) verdin, dedim.
– Sana bunlardan daha iyisini verdim: Sana Kevser’i verdim… Göğün ortasında adın adımla anılıyor… Yeryüzünü hem senin için hem de ümmetin için Tahûr (ziyadesiyle temizleyici) kıldım. Gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladım. İnsanlar arasında bağışlanmış bir halde (pîr ü pak olarak) geziyorsun. Oysa ben bunu senden önce hiç kimseye yapmadım. Ümmetinin kalblerini birer Mushaf ezberleyicisi yaptım. Şefaat payesini senin için sakladım. Senden başka hiçbir peygambere saklamadım, buyurdu.
Huzeyfe (r.a.)’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i şerîfte:
“Bana müjdeledi (Rabbini kastediyor): Ümmetimden benimle ilk yetmiş bin kişi cennete girecek. Her bin kişiyi yetmiş bin kişi daha takip edecek. (Bunlardan) hiçbiri hesap görmeyecek… Yine bana ümmetimin asla açlık çekmeyeceğini, hiç yenilmeyeceğini (bir müjde olarak) verdi. Yardıma yetişti, bana izzet ve ümmetime de bir aylık yoldaki düşmanın kalbine korku vererek zafer ihsan etti. Gerek bana ve gerekse ümmetime ganimetleri helâl kıldı. Bizden öncekilere şiddetle yasak kıldığı birçok şeyi bize helâl kıldı ve bize güçlük kılmadı.”
Ebu Hureyre (r.a.)’den:
“Bütün peygamberlere -beşeri emin kılmak ve inandırmak gibi- birçok mucizeler vermiştir. Bana verilen (en büyük mucize ise) Allâh’ın bana vahyettiği ilâhi vahiy (yani Kur’ân)’dır. Umarım ki Kıyamet günü en çok ümmeti olan ben olurum!”
(Kâdı İyaz, Şifa-i Şerif Tercümesi, 170.s.)