Hazreti Âişe (r.anhâ) der ki: Benî Mahzum kabilesinden bir kadın bir şeyi sirkat ettiğinden (çaldığından) hadd-i şer’î olarak onun elinin kesilmesi lâzım geldi. O kadının elinin kesilmemesi için “Resûlullah (s.a.v.) Hazretlerine kim söyleyebilir?” dediler.
O’na bu hususda söylemeğe hiçbir kimse cesaret edemedi. Ancak Üsâme bin Zeyd (r.a.) söyledi. Sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Üsâme (r.a.)’e cevaben:
“- Benî İsrail zamanında eşrafdan biri bir şey sirkat ederse onun elini kesmezler idi. Hadd-i şer’î icra edilmezdi. Fakat zayıf ve fukaradan biri sirkat ederse onun elini keserler idi. Eğer o hırsız, kızım Fâtıma bile olmuş olsa yine onun elini elbette keserdim.” diye buyurdu.
Diğer bir rivayete göre; Üsâme (r.a.)’e hitaben Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
“- Hudûd-ı ilâhiyyeden bir hadd-i şer’î hakkında şefaat mi ediyorsun?” diye Üsâme (r.a.)’e tevbih buyurdu (azarladı).
Yâni bu iltimas ve şefaat kabul olunur şey değil demektir. Hadîs-i şerîfte:
“Kızım Fâtıma benden bir cüz’dür” buyurulmuştur. Keza Fâtıma (r.anhâ), “Seyyidetü-nisâi’l-âlemîn”dir.
Çünkü bir başka hadîs-i şerîfte Hazret-i Meryem, Hatîce, Fâtıma ve Asiye’nin efdal-i nisâ olduğu beyân buyurulmuştur.
Yine Buhârî şerhinde; Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin Hazret-i Fâtıma (r.anhâ)’ya:
“- Sen, Baban, şu iki küçük -yani Haseneyn- ve bunların babası hepimiz cennette bir yerde bulunacağız.” buyurduğu rivayet edilmiştir.
İşte Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in cennet ile mübeşşer ve nübüvvet nûrundan bir cüz olan kerîme-i muhteremesi hakkında da adâleti tatbîk edeceğini buyurması ümmetini tâ’lîm içindir. Cenâb-ı Hakk şefâatına mazhar buyursun. Âmîn.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s),
Musahabe 3, 182.s.)