Kur’an-ı kerimde açıklandığına göre: Allâh katında makbul din, İslam dînidir.
İnsanların, ilk zamanlardan beri tuttukları, bağlandıkları tek ve umûmî din de, İslâm dîni, Tevhid dînidir.
Gelmiş, geçmiş bütün peygamberler, İslâm dîninin esaslarını tebliğe çalışmışlar, bu dinde can vermiş, can vermeyi özlemişlerdir.
Adem (a.s.)’dan sonra, Ebülbeşer olan, başka bir deyişle Tufan’dan sonra (İkinci Adem Baba) diye tanınan Nuh (a.s.), müslümandı.
Peygamberler atası İbrahim (a.s.) da, O’nun oğulları ve torunları da, Müslüman idiler.
Yusuf (a.s.) da, Allâh’a “… Benim canımı, Müslüman olarak al… ” diye duâ etmiştir.
Musa (a.s.)’ın, Firavun’u davet ettiği dîn de, İslâm dîni idi.
Bunu, hem Musa (a.s.), hem Firavun’un îman ve ihtida eden sihirbazları ve hatta bizzat Firavun bile ikrar ve ifade etmiştir.
Musa (a.s.)’dan sonra, İsrailoğullarına Peygamber olarak gönderilen İsa (a.s.) da, Müslümanlık ve Tevhid akidesini tebliğ etmiş: “Şüphe yok ki, Allâh, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise, Ona ibadet ediniz! İşte, doğru yol budur!” demiş, onlardan, küfür ve inkar taştığını hissedince de “Allâh’a doğru giden yolda, bana yardım edecekler kimdir?” dediği zaman, Havarileri de “Biziz Allâh’ın yardımcıları! Allâh’a, inandık. Sen de, ey İsa! Şahid ol ki, biz, muhakkak Müslümanlarız!” demişlerdir.
“(İnsanları) Allâh’a (iman ve ibadete) davet edenden, Kendisi de iyi amel (ve hareketler)de bulunandan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.” (Fussilet s. 33)
(M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, 22.s.)