Asrının en büyük âlim ve muhaddislerinden olan Hâfız İbni
Hacer el-Askalânî (r.h.), Sahîh-i Buhârî’nin şerhi olan Fethu’l-
Bârî isimli eserinde buyuruyor ki: “Ehl-i Sünnet Allâh’ın yed
(el) sıfatının uzuv olmadığında ittifak etmişlerdir.
“Allâhü Te‘âlâ zâtıyla arşdadır” itikâdı yanlıştır. Arş’a
istivâ, Allâhü Te‘âlâ’nın arşa istikrar etmesi (karar kılması)
mânâsında değildir. Allâhü Te‘âlâ hareket, intikal, hülûl,
mahlûkâtın içine girmek gibi şeylerden münezzehtir.
Vech (yüz) sıfatından kasıt Allâhü Te‘âlâ’nın zâtıdır, kendisidir.
Kulun Allâhü Te‘âlâ’ya yakınlaşmasının mânâsı, değerinin
Allâhü Te‘âlâ katında yükselmesidir.
Allâhü Te‘âlâ’nın nüzûlü muhâl (olanaksız)dır. Hareket; yücelikten
süfliyâta (fâni, dünya ile alâkalı işler) inmek mânâsına
gelir. Allâhü Te‘âlâ ise bundan münezzehtir. Nüzûlden murad
olan rahmet meleğinin inmesi de olabilir. Mânânın Allâhü
Te‘âlâ’nın ilmine tevil edilmesi daha uygundur.
Allâhü Te‘âlâ’nın yakınlığı mesafe yakınlığı mânâsında
değildir.
Allâhü Te‘âlâ’nın semâda oluşu sözünün zâhiri (ilk akla
gelen mânâsı) murad değildir. Zira Allâhü Te‘âlâ bir mekana
girmek ve hülûl etmekten münezzeh olduğundan bu sözden
zâhiri kasdedilmemiştir.
Sadakanın Allâhü Te‘âlâ’ya yükselmesinin mânâsı; sadakanın
ve sâlih amellerin kabul edilmesidir.”
Hâfız el-Beyhakî bir hadîsin açıklamasında, buyuruyor ki:
“Bu hadîsin son kısmında, Allâhü Te‘âlâ’dan mekânın nefyine
(Allâhü Te‘âlâ’nın bir mekânda bulunduğunun söylenmesinin
doğru olmadığına) ve kulun, nerede olursa olsun, Allâhü
Te‘âlâ’ya uzaklık-yakınlık bakımından aynı durumda olacağına
işâret vardır. Buna göre O ez-Zâhir’dir, deliller vasıtasıyla
idraki sahihtir; el-Bâtın’dır, herhangi bir mekânda olduğu düşünülmek
suretiyle idrak edilemez.”
(Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, 400.s.)