Hakk te‘âlâ hazretleri tâ’zîme lâyık Kelâm-ı Kadim Kur’an’da: “Her nerede bulunursanız, Allâh sizinle beraberdir. Şahsî ahvalinize vâkıf, hâzır ve nâzırdır.” (Hadîd s. 4) buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Allâh dünyayı âhiret niyetine göre verir”, buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerifin tasdikini lisana hasreden cesur câhiller yâhud nisyân ve gaflet perdeleri altında gizlenmiş gafiller, ayıplayıp kınamayı gerektiren yasak bir fiili yaparken insanların görmesinden sıkılıp çekinen fakat Cenâb-ı Hakk’ın hazır ve nazır bulunduğu bir hakikate iltifat etmeyenler, Kıyamet günü büyük mahkemede, o herkese açık olan son soruşturmada ne yolda cevap vereceklerini gerçekten düşünmeye değer. Mülk ve melekûtun sahibi Yüce Allâh, kullarına hitaben: “Ey kulum! Senin hayatın ve ölümün, yükselmen ve düşmen, genişlik ve sıkıntın, sıhhat ve afiyetin, elhasıl her nefesin benim kudret elimde olduğu halde yasaklamış olduğum bir fiili ne cesaretle işledin! Saadetinin düşmanı olan mel’ûn şeytana tâata ne akılla teşebbüs edebildin! Ey kulum! Beni, görmez, bilmez mi zannettin, yâhud kendin gibi âciz bir kula karşı gerekli gördüğün hayâ ve hürmeti bana karşı lüzumsuz mu sandın?” buyuracağı esnada acaba ne gibi bir cevap hazırlanacaktır? Âyet-i kerimede “Şüphesiz ben, tevbe edeni bağışlarım” (Tâhâ s. 82) buyrulmuştur.
Yasak ve günahlarda ısrar edenler hakkında böyle bir müjde sâdır olması şöyle dursun, aksine Kur’an-ı celîl hükmüyle: “Ey benim kullarım! Şeytan sizi benim afv ve mağfiretimden iğfal etmesin.” (Lokman s. 33) buyurmuşlardır. İmam-ı Gazâlî aleyhi rahmetü’l-Bârî hazretlerinin bu makamda serdetmiş olduğu yüce hikmeti ve büyük hakikati sırası gelmişken arz edeyim. Şöyle ki:
Hak te‘âlâ hazretlerinin esma ve sıfatlarına itikâd etmek her mü’min için farz-ı ayndır. Fakat birini diğerinden ayırmamak da şarttır. Mesela “Ğaffar” (bağışlayıcı) ism-i şerifine güvenerek amel ve ibâdet mecbûriyyetini lüzumsuz görenler, “Rezzâk” (rızık verici) ismine güvenerek de dünyevî maişetlerini te’min hususunda çalışıp gayret göstermeyi zâid görmeleri gerekir. Birine itikâd edip diğerine itimât etmemek mantık ve hikmet cihetinden saygıya lâyık olamaz. Şeriat ve akıl bakımından da sahih bir itikada yaklaşamaz.
(Muhammed Es’ad Erbilî (k.s.), Mektûbât, 137.s.)