Birçok âyet-i kerime ve hadîs-i şerîfler, Allâh’ın peygam­berlerini ve bilhassa Habîbi (s.a.v.)’i ve sâlih kullarını öv­mektedir. Bu âyet ve hadîslere riâyet, Allâh için onlara say­gı göstermek ve sevmek değil midir? Nitekim, Allâh düş­manlarının yerilmesinde ve Allâh’ın onları tahkîrinde de bir çok âyet ve hadîs vardır. Bunlara itaat göstermek, Allâhü Te‘âlâya olan itaatin tamâm olmasından ileri gelmiş değil midir?
Topluluktan ayrılmış az bir kalabalığın, yapılmasına mâ­ni olmaya çalıştıkları husûsu, Müslümân âlimler topluluğu muvâfık görmüş bulunmamaktadır. Enbiyâullâh ve evliyâullâh için Allâh katında bir imtiyâz vardır ki onunla gerek ha­yatta ve gerekse kıyâmet gününde diğer insanlardan ayrıl­maktadırlar. Onlardan meded ve şefaat dilemek câizdir. Zîrâ bu husûsta sahîh hadîsler vardır. Âlimler topluluğu, Pey­gamberlerin kabirlerinde ma‘nevî bir hayat içinde bulundu­ğunu kabûl etmişlerdir. Bu hayatın, dünyâ ve âhiret hayatı olmayıp, “Berzah” hayâtı olduğunu ifâde etmektedirler.
Yine âlimler teslim etmektedirler ki, velîlerin ve hattâ di­ğer mü’minlerin rûhları ile, kabirlerindeki cesedleri arasında bir irtibat vardır. Rûhlar, bazı zamanlarda kabirlerine varırlar ve kendilerini ziyârete gelenleri tanırlar. Canlıların ezâ duy­dukları şeyden ölüler de cefâ duyarlar. Durum böyle olunca, nebîler ve velîler ile vefâtlarından sonra da hayatta iken ol­duğu gibi, tevessül etmek, medet dilemek ve şefaatçi olma­sını istemek neden câiz olmasın? Allâhü Te‘âlâ her üç va­tanda dünyâ, berzah ve âhirette tek olan, şerîki bulunmayan Allâhü Te‘âlâ’dır. Bu zâtlar da onun kullarının havâssıdırlar ki, kendileri ile Allâhü Te‘âlâya tevessül câiz bulunmaktadır.
Ümmetlerinin sevgisi, diğer ümmetlerin Peygamberleri­ne olan sevgisinden daha ileride bulunmakla beraber bu za­mana kadar Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz hakkında hiçbir kimsenin ülûhiyyet iddiâsında bulunduğunu işitmemişizdir.
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 142-144.s.)