Mü’min, Allah Teâlâ (c.c.)’ya mekân, gelmek gitmek ve mahlukların sıfatlarından herhangi bir sıfatı isnad etmemesi lazımdır. Çünkü tam iman, Allah Celle ve Alâ’yı bilip keyfiyetiyle uğraşmamaktır. Nitekim Hz. Allah (c.c.), İmran oğlu Musa (a.s.)’ya şöyle buyurmuştu:
“Ya Musa, benim ilah olduğumu bil, fakat kullara ne­reden rızık verdiğimi öğrenmeye kalkışma!”
Bu hususta doğru görüş şudur. Kul, Cenab-ı Hakk(c.c.)’ın bir mekânda bulunmadığını, mekâna ihtiyacı olmadığını, Arşın onun kudretiyle ayakta durdu­ğunu bilecek, gidip gelme sıfatları kendisine izafe et­meyecek. Çünkü gitmek ve gelmek sıfatlar üç açıdan mütalaa edilir:
İnsan, uzaktan göremediğini görebilmek için yakı­nına gider.
Yapacağını uzaktan yapamayınca başarabilmek için o işin yanına gelir.
Kişi, bir sesi duyamayınca o sese doğru yaklaşır. Allah (c.c.) hakkında böyle düşünmekse küfürdür. Ayet ve hadislerdeki müteşabih ifadelere gelince: Onla­ra olduğu gibi iman edip, tefsir ve te’vilden kaçınmak gerekir. Çünkü müteşabihatı tefsir, insanı Ta’tîl mezhe­bine sokar ve bunun neticesinde de kişi bid’atçı olur. Binaenaleyh, müteşabih bir ayet gördüğünde onu Al­lah’a bırak. Tefsire yeltenme ki kurtuluşa eresin. Kaldı ki müteşabihin tefsirini öğrenmen farz değildir, farz olan olduğu gibi inanmandır.
(Sevadül A’zam sh. 52)