Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Allâhu Teâlâ kıyâmet günü, yedi sınıf insanı arşının gölgesinde gölgelendirir… Onlardan biri, ıssız bir yerde Allah’ı hatırlayan ve bundan dolayı gözlerinden yaş akan kimsedir…” (Buhâri, Ezan 36)
Afıre el-Abide ağlamaktan usanmazdı. Kendisine «Ağlamaktan bıkmadın mı?» denildiğinde şöyle mukabelede bulunur: «İnsan, deva ve şifâsının olduğu şeyden nasıl usanır?»
Ümmü’l-A’la es-Sa’diyye -rahimehallah- ağlıyor ve gece sabahlara değin namaz kılıyor «günahlarım ne kadar çok» diye vahlanıyordu. Ağlaya ağlaya gözlerini kaybetmişti.
Şe’vâne el-Abide -rahimehallah- her gece ağıt yakar sabahlara kadar ağlarmış. Bir gün bir grup yanına varır ve: «Kendini daha fazla yıpratma, kendine acı» dediklerinde şu tepkiyi verir: «Yeminle söylüyorum ben gözyaşı dökmekten geçtim kan ağlayıp vücudumda tek bir damla kan kalmayıncaya değin ağlasam yeridir.»
Muhammed b. el-Münkedir -rahimehullah- ağladığında gözyaşlarını yüzüne ve sakalına sürer; «Duyduğuma göre cehennem ateşi, gözyaşlarının değdiği yere ilişemezmiş!» dermiş.
Enes b. Mâlik -radiyallahü anh- bir gün Sabit el-Bunânî -rahimehullah-a: «Gözlerin Allah Rasûlünün gözlerine ne kadar benziyor!» diye iltifat edince el-Bunânî Allah Rasûlünün gözlerine başkasının gözlerinin benzetilmesini kendisine yediremez ve bu olaydan sonra ağlaya ağlaya gözlerinin feri gider. Sabit el-Bunânî’nin gözleri için bir doktor çağırırlar. Doktor:
-Ağlamayı ve secdeyi bırakırsan seni tedavi edebilirim, deyince el-Bunânî:
-Bu ikisi olmadan dünyada yaşamam anlamsızdır, buyur çık, senin tedavini istemem, der.

(İmâm Şa’rani, Selef-i Sâlihinin ve Evliyaullahın Yüce Ahlâkı, s.435)
11 Şaban 1438, Mevlâna Takvimi