Müslim Sahîh’indeki bir Hadîs-i Şerif’de: “Ey Âdemoğlu, benim malım, benim malım dersin. Senin malından senin olan, yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin yahut Allah yoluna verip ahiret için ayırdığındır” buyuruldu. Yani yediğin yok oldu, giydiğin eskidi, ahirete yolladığın sana kaldı.
Saklamak istersen onlar bulurlar,
Vermeyi seversen kendin bulursun.
Malını seviyorsan, düşmana niçin bırakıyorsun. Sevdiğini kendinden ayırma. Beraberinde götür, başkasına bırakma. Hepsini veremiyorsan, kendini de bir vâris yerine koy ve bir hisseyi de kendinle ahirete götür. Bunu da yapmazsan, bari farz olan zekâtını ver de, azapta kalma.
Nükte: Herat şehrinin büyüğü Hâce Abdullah-i Ensârî (k.s.) buyuruyor ki: Dünyâyı seviyorsan, onu ver de, ahirette işine yarasın; sevmiyorsan ye de bitsin.
Ferîduddin-i Attâr (k.s.), Tezkiret-ül Evliya kitabında diyor ki; Cüneyd-i Bağdadî (k.s.), yedi yaşında idi. Mektepten gelince, babasını ağlıyor görüp sordu. Bugün zekât olarak, dayın Sırrî Sekatî (k.s.)’e birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah (c.c.) adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum dedi. Cüneyd (k.s.), babacığım, o parayı ver, ben götüreyim deyip, dayısına gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı sorunca, ben Cüneyd’im; dayıcığım, kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al dedi. Dayısı almam, deyince, Cüneyd (k.s.): “Adalet edip babama emreden ve ihsan edip seni serbest bırakan Allahu Teâlâ için al” dedi. Sırrî (k.s.) “Babana ne emretti ve bana ne ihsan etti?” dedi. Cüneyd (k.s.): “Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabul etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsan eyledi” dedi. Bu söz, Sırrî (k.s.)’in hoşuna gidip: “Oğlum, gümüşleri kabul etmeden önce, seni kabul ettim” dedi. Kapıyı açıp parayı aldı.
(Muhammed Rebhami, Riyadün Nasihin s.195)
16 Ocak, Mevlâna Takvimi