Menkûldür ki, bir gün İmâmı Ali (r.a.) sahrada tenhâ gezerken bir kâfir pehlivana rast gelip İmâm-ı Ali (r a.)’e üç kere hamle eyledi. Her üçünde hamlesini defedip, göğsü üstüne çıkıp başını kesmek murâd edince kâfir ilkinde tazarrû’ edib:
«— Er olan bastığını boğazlamaz Yâ Ali» dedikde azâd eyledi. İkincisinde;
«— Yâ Ali! Seni mürüvvet ma’deni derler, bana emân ver!» deyince kâfiri yine azâd eyledi. Üçüncüde ise kafir ihanetle Hz. Ali (r.a)’nin yüzüne (hâşâ) tükürdü.
Ali (r.a.) bu halette kâfiri bırakıp:
«— Yürü azadsın!» dedi.
Bu kere kâfir hayretle sebebini sual etti.
İmam-ı Ali (r.a.) cevâb verdi ki:
«— Bizim gazamız iki türlüdür: Biri senin gibi kâfire gaza etmektir ki Allah (c.c.) rızâsı için olur… O biri de nefsimizle gazadır ki, ona muhalefetle olur. Senin ile mukâtelem Allah (c.c.) rızâsı için idi. Kaçan ki sen ol ihaneti ettin, eğer ol halde seni öldürür isem nefsim rızâsı için öldürmüş olurdum ve nefsim bana yol bulup galebe etmiş olurdu. Seni azâd ettim. Nefsime basıb gazâ-yı ekber etmiş olduk ki senin gibi kâfirin zararından nefsin zararı mü’mine daha fazladır.»
Bu sözleri işitip, kalbinde hidâyet güneşi doğup:
« Ya Ali! Bana İslâm’ı arz eyle, yakînen bildim ki, dininiz Hak Din imiş.» dedi.
(Hz. M. Sami, Hz Osman ve Hz. Ali (r.a.)