Hz. Alî  (r.a.)’in kardeşleri Tâlib ve Akîl, Hz. Alî  (r.a.) ile
birlikte Mekke’nin haremine gittiler. Kureyş’in toplantı  ma-
halline girdiler. Kureyş’in bütün ileri gelenleri burada toplan-
mışlar, konuşuyorlardı:
–  Hani o Muhammed (s.a.v.)’e emîn diyenler nerede?!
O’nun emînliği halkın emânetlerini toplayıp sonra da alıp
gidene kadar mıydı?!
Hz. Alî  (r.a.) bu sözleri duyunca duramadı. Hemen top-
luluğun önüne doğru geldi. Ukbe’ye doğru haykırdı.
–  Ey la’netli kâfir! Cehennem kütüğü! Allah Resulü
(s.a.v.) hakkında zırvalar söylüyorsun. Bu ne biçim söz
böyle?! Resûlullâh (s.a.v.)’de kimin emâneti kaldı?
Hz. Alî  (r.a.) bunları söyledikten sonra Ukbe’nin üzerine
yürüdü. Sonra da Ebû Leheb’e yönelip:
–  Ey la’netli! Dilini niçin tutmuyorsun? Neden Allah
Resulü (s.a.v.)’e düşmanlık yapıyorsun? Resûl’ün nuru
hakkı için! Sesini kesip yerinde otur. Yoksa zararım fena
olur, dedi.
Râvi şöyle der:
Kureyş  kavmi o güne kadar Hz. Alî  (r.a.)’in salâbet ve
cesaretini görmemişti. Bu şekilde şâhid olmuş oldular. Hep-
sinin üzerine heybeti çöktü, kalblerine korku düştü.
La’netli Ebû Cehil;
Ebû  Tâlib’in  oğlu!  Hele  bu  insanların  emâneti  için  ne
dersin? Sert sözler mi söylüyorsun? Yoksa gerçekten doğ-
ruyu mu söylüyorsun? Hz. Alî (r.a.);
–  Sert  söylerim,  doğru  söylerim.  Resûlullâh  (s.a.v.)’de
kimin emâneti varsa vereyim, dedi. Münâdîye (nida edene)
işaret etti. O da Mekke şehrini dolaşıp;
–  Kimin Muhammed b. Abdullah (s.a.v.)’de emâneti var-
sa gelsin, Alî’den alsın, diye nida etti.
Bütün emânet sâhibleri, Allah Resulü (s.a.v.)’in evine
geldiler. Üç gün boyunca emânetleri sahihlerine verdiler.
Bütün insanlar hoşnûd ve razı oldular. Not: Dört Halife seri
sinin bir sonraki yazısı 29 Mart tarihindedir.
(Mustafa Darîr (r.h.), Siyer-i Nebî(s.a.v.), 2.c, 192-193.s)