Tirmizî’nin Ebû Hüreyre (r.a.)’den yaptığı rivayette, Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: «Haya îmandandır. İmân ise cennettedir. Hayâsızlık ezâ ve cefâdandır; cefâ ise cehennemdedir.»
Hayanın en üstünü, Allâhü Te’âlâ’dan utanmaktır. Sonra da günah ve kerahet olmayan hususlarda insanlardan utanmaktır. Ama günahı terketmekten utanmak, iyilikle emretmekten, misvak kullanmaktan, imamlık yapmaktan ve benzeri sünnetleri terketmekten utanmak haya değildir. Çünkü bunları terketmek aslında kalp zayıflığından, ve az dindar olmaktan veya riya ve kibirden ileri gelir. Bunların bir an haya olduğu farzedilse bile, insanlardan utanmak sayılır, Allâh (c.c.) ve Resûlüne (s.a.v.) karşı küstahlık olur. Halbuki asıl Allâh (c.c.) ve Resûlünden (s.a.v.) utanmak gerekir; utanılmaya daha lâyık onlardır. Kendisini yaratan, rızkını veren, ona doğru yolu gösterenden utanmayan, ilâhî emirleri, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetlerini terkedip âciz mahlûktan utanan, onların övgüsünü, hoşnutluğunu arzulayan, onlardan gelecek olan haram mala göz diken, onların ayıplamasından kaçıp, elem verici bir azaptan sakınmayan kimsenin halini düşünün. Böyle bir şaşkınlıktan Allâh’a (c.c.) sığınırız.
Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “Allâh’tan nasıl gerekiyorsa öylece utanın.” Bunun üzerine ashap: “Ey Allâh’ın Resûlü! Biz Elhamdülillâh, cidden Allâh’tan utanıyoruz.” “Hayır, utanmak böyle değildir.. Fakat Allâh’tan gerektiği gibi utanmak, şöyle olur: «Başını ve başın kapsadığı âzâyı, karnını ve onun kapsadığı azayı koruman, ölüm ve (ondan sonraki çürüyüp) toprak olmayı hatırlamandır. Âhiret (hayatını) isteyen, dünya süsünü terkeder ve âhireti dünyaya tercih eder. İşte böyle yapan, cidden Allâh’tan gerektiği gibi haya etmiştir.»” (Tirmizi)
Resûlüllah (s.a.v.) buyurdular ki: «Hayasızlık bir şeyde bulunursa onu ayıplı hale getirir. Haya ise onu süsler.» (Tirmizi)
(İmam Birgivi, Tarikat-ı Muhammediyye Tercemesi, s.260-261)