Asrımızda, bütün dünyada, dînin esasına uymayan, akâid ve amelde esasla bağdaşmayan, dîni, aklî, felsefî cereyanlar görülmektedir. Nerede ise, mezhebsizlik mezhebi ortaya çıkarılmakta Selefilik, Şiilik ve benzerleri hak mezheb ve doğru yol olarak sunulmaktadır.
Ayrıca büyük bir tehlike de, tasavvuf ve tarîkatler oyuncak hâline getirilmektedir. İmân bilgileri, ehl-i sünnet akaidi, farzlar, haramlar, vâcibler, mekruhlar, Sünnet-i Seniyye’ler öğrenilip, yerine getirilmeden, sadece tarikate, o da kuru ve şeklî bir girmekle, sonsuz kurtuluşa erişileceğine dair aldatıcı haplar dağıtılmakta, yutturulmakta, tarikatın ise şeriatın bir kısmı olduğu söylenmemekte, dîn büyüklerinin “İlimsiz tarikate giren, ya sapıtır, ya aklını yitirir.” sözleri hiçe sayılmaktadır.
Allâh korusun! Gözlerde sağlam görüş kalmadı mı da, düşmanlar dost görünmekte, uzaklık yakınlık sanılmakta; kalblerdeki yakîn ve İslâm nuru söndü mü de, bâtıl hak, küfür İslâm, bid’at sünnet, kolaylık zorluk, ucuzluk pahallılık olarak görünür hâle gemiştir. Dedelerimizin en hassas oldukları Ehl-i sünnet vel-Cemâ’at esası, nerede ise unutulmaktadır. Bu ne korkunç değişme, bu ne müdhiş inkilâbdır ki, en kutsal değerlere bile pervasızca dil uzatıldığı halde, ilgili kimselerde -istisnalar hariç- karşı koymak, mâni’ olmak için bir hareket görülmemektedir.
Resûlullâh (s.a.v.) ve: “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtulursunuz.” (Dârimî) ve “Ehl-i Beytim Nûh aleyhisselâmm gemisi gibidir, onları sevenler, gemiye binenler gibi kurtulun.” (Taberânî) hadîsleri ile, Eshâb ve Ehl-i Beytine, hiç ayırım ve istisna yapmadan uymağı ve onları sevmeği emretmiş, bunu kurtuluş sebebi olarak sunmuştur. Onlardan aldıkları ilim ve halleri, daha sonra gelenlere ulaştıran, Tâbi’in, Tebe-i tâbi’in, dört mezheb imâmlar ve bunların yollarından giden gerçek âlimlere tâbi olmak hususunda ise Müslümânlar icma edilmiştir.
(İmâm-ı Şa’rânî, Mizanü’l Kübra, Önsöz)