Peygamber (s.a.v.)’in mescidi pek sade idi. Damı hurma dallarıyla örtülü, zemini kum ve topraktı. Yağmur yağdığı zaman sular içeri akar, namaz kılan sahâbîlerin alınları çamurlanırdı. Bu kadar sade olan Mescid-i Nebevî’nin minberi de o ölçüde sade olup kuru bir hurma kütüğünden ibaretti. Daha doğrusu Allah‘ın Resûlü hutbe okurken bu kütüğe dayanıp yaslanırdı. Ensardan bir kadın veya erkek:
– Yâ Resûlallah! Sana bir minber yapsak olmaz mı? diye sordu. O da:
– Olabilir, dedi. Bazı rivâyetlere göre o hanım veya erkek sahâbî, marangoz olan kölesine üç basamaklı bir minber yaptırdı. Onu getirip Mescid-i Nebevî’ye koydular. Bir cuma günüydü. Resûlullah (s.a.v.) ilk defa minbere çıkıp hutbe okumaya başlayınca, hurma kütüğünden bir inilti, bir ağıt sesi duyuldu. Herkes bu iniltiyi kendisinin o andaki anlayışına ve duyuşuna göre yorumladı. Kimi bu sesi doğumu yaklaşmış bir devenin iniltisine, kimi iki parçaya bölünen bir şeyin sesine, kimi de ağlayan bir çocuğun hıçkırığına benzetti. Resûlullah (s.a.v.)’ın mübarek vücuduna temas etme hazzından mahrum kalan ve bu yüzden ağlayıp inleyen kütüğün hali, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’i duygulandırdı. Minberden indi ve onu kucaklayarak teskin etti. Peygamber (s.a.v.): “Eğer onu kucaklamasaydım, kıyamet gününe kadar inleyecekti” buyurdu (Dârimî, Mukaddime 6). Daha sonra bu duygulu kütük Resûlullah (s.a.v.)’in emri üzerine toprağa gömüldü.
Resûlullah (s.a.v.)’in hasretine dayanamayarak ağlayan kütük olayı, yüzlerce sahâbînin huzurunda meydana gelmiştir.
Tâbiîn neslinin büyük âlim ve zâhidi Hasan-ı Basrî hazretleri, bu hadîsi rivâyet ettikten sonra etrafındakilere şöyle derdi:
– Ey müslümanlar! Kütük bile Resûlullah (s.a.v.) hasretiyle inliyor, onu özlüyor. Resûlullah (s.a.v.) ‘a kavuşmayı arzu eden kimselerin onu daha çok özlemesi gerekmez mi?
(Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 559)