Hindistan’da yaşayan âlim ve evliyânın en büyüklerinden, insanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi sekizincisidir.
Abdullah-ı Dehlevî (k.s.), günlük hayâtını hadîs-i şerîflere uygun olarak geçirirdi. Çok az uyurdu. Teheccüd namazına kalktığında, talebelerini de uyandırırdı. Namazdan sonra yatmaz, Kur’ân-ı Kerîm okur, murâkabe ve Allâhü Te’âlâ’yı zikr ile meşgûl olurdu. Sabah namazını evvel vaktinde cemâatle kılar, talebeleriyle birlikte işrak vaktine kadar murâkabe ve Allâhü Te’âlâ’nın yüce ism-i şerîfini kalbleriyle anarlardı.
Ziyâret için gelenlere ikramlarda bulunur, onlarla kısaca görüşür, sıkıntılarını giderdikten sonra gitmelerine müsâade ederdi. Makam sahibi olanlara da aynı muâmeleyi yapar, diğerlerinden ayırt etmezdi.
Öğleye yakın, sünnet-i şerîfe uymak için bir müddet kaylûle yapar, ezan okunduğunda kalkıp namazını cemâatle kılardı. Akşam namazını kıldıktan sonra Allâhü Te’âlâyı zikreder ve talebelerine teveccüh ederek, evliyâlık makamlarında pay sahibi olmalarına çalışırdı. Akşam çok az, birkaç lokma hâlinde yemeğini yer, yatsı namazını kılardı. Gecenin çoğunu zikr ile geçirir, uykusu geldiğinde seccadesi üzerine sağ yanı üzere yatardı. Ayaklarını uzatarak yattığı hiç görülmedi. Çoğu zaman dizleri üzerine oturmuş hâlde iken uyurdu. Sert ve kaba elbise giyerdi. Birisi kıymetli bir elbise hediye etse onu satar, parasıyla bir kaç elbise alarak, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı.
Abdullah-ı Dehlevî’nin (k.s.), meclisinde dünyâ kelâmı konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona; “Kötülenmeye lâyık olan benim” buyururdu.
Hiçbir kerâmet ve hârika, Allâhü Te’âlâyı sevmek ve Peygamberimiz (s.a.v.)’e tâbi olmak gibi olamaz. Bu iki ana madde, Abdullah-ı Dehlevî (k.s.), hazretlerinde kemâl üzere idi. Ya’nî kerâmetten üstün diye bildirilen istikâmetin sahibi idi.
(Evliyalar Ansiklopedisi, c.1, s.56-59)