Hâtim-i Tâi’nin oğlu “Adiy” demiştir ki, Resûlullah (S.A.V)’a geldim, boynumda altından bir salip (hac) vardı. (Adiy o zaman henüz nasraniyyet (Hıristiyanlık) dininden idi) Resûlullah (S.A.V) Sure-i Berâe’yi okuyordu. “Ya Adiyy! şu boynundaki seseni at,” buyurdu. Ben de attım Resûlullah (S.A.V) “İttehazû ehbârahüm ve ruhbânehüm erbâben min dûnillâhi” kavli ilâhisine geldi. “Yâ Resûlallah (S.A.V) onlara ibadet etmezlerdi” dedim. Aleyhisselâtü ve’s-Selâm buyurdu ki: Allah’ın helal kıldığını haram ederler, sizde haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helal derler siz de helal saymaz mıydınız?” bende evet dedim. “İşte o onlara ibadettir” buyurdu.
Bu rivayetler şunu isbat eder ki; herhangi birini rab ittihaz etmiş olmak için O’na behemehal “rab” namını vermiş olmak şart değildir. Allah (c.c.)’ın emrine muvafık veya muhalif olduğunu hiç hesaba almayarak onun emrine iteat etmek ve alelhusus ahkama müteallik olan hususlarda onu vâzil ahkam ve hukuk (hak ve hüküm koyucu belirtici) gibi tanıyıp da o ne söyler ve emrederse hak oluverir gibi farz etmek ona iteatla Allah (c.c.)’ın emr-ü hükmüne muhalefet evyelem onu Allah (c.c.)’tan başka rab ittihaz eylemek ona tapmak demektir.
(Hak Dini Kur’ân Dili, C. 4, Sh.: 2489)