Duânın kabul olunmasının temeli bâtınî edeptir ki o da, tevbe etmek, zulümle aldıklarını geri vermek, bütün varlığıyla Allâhü Teâlâ’nın ibâdetine yönelmektir. İşte duânın kabul olunmasının en yakın sebebi budur.
Nitekim Ka’b’ul-Ahbâr (r.a.)’den şöyle rivayet edilir: “Hz. Musa (a.s) zamanında şiddetli bir kıtlık oldu. Musa (a.s) İsrâiloğulları’nı yanına alarak yağmur duâsına çıktı. Fakat yağmur yağmadı. Böylece üç defa yağmur duâsına çıktı. Yine yağmur yağmadı. Bunun üzerine (müteessir olan) Hz. Musa (a.s.)’a Allâhü Teâlâ şöyle vahyetti: “Sizin içinizde bir dedikoducu olduğu için, ne senin, ne de seninle beraber dua edenlerin dualarını kabul etmem.” Bunun üzerine Musa (a.s) sordu: “Yâ Rab! O dedikoducu kimdir? Bana göster ki, kendisini aramızdan çıkaralım?” Hz. Musa (a.s.)’ın bu isteği üzerine Allâhü Teâlâ ikinci defa şöyle vah-
yetti: “Ey Musa! Ben sizi kovuculuktan menederken kendim mi kovucu olayım?” Bu müşkil durum karşısında kalan Hz. Musa (a.s.), İsrailoğulları’na “Hepiniz birden dedikodudan tevbe edip, Allâhü Teâlâ’ya sığının” buyurdu. İsrailoğulları da bu kötü fiilden tevbe ettiler. Ondan sonra Allâhü Teâlâ onlara yağmur ihsan etti.”
Mâlik b. Dinar (r.a.) şöyle demiştir: “İsrâiloğulları’nda büyük bir kıtlık meydana geldi. Birkaç defa yağmur duâsına çıkmalarına rağmen, yağmurun yüzünü göremediler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, peygamberlerine şöyle vahiy gönderdi: “Onlara söyle ki, sizler necis bedenlerinizle benim huzuruma geliyorsunuz. Kana boyanmış ellerinizi benim dergâhıma uzatıyorsunuz. Mideleriniz haramla dolu olduğu hâlde geliyorsunuz. Şimdi ise benim gazâbım sizin üzerinize daha da artar. Bu durumda bana gelmeniz sizi gittikçe benden uzaklaştırır; (bu söylediklerimden tevbe eder gelirseniz, o zaman size râhmet ederim. Aksi takdirde râhmetin yüzünü göremezsiniz).”
(İmâm Gazalî, İhya-u Ulumuddin)