Şiilik Abdullah b. Sebe isimli bir Yahudi tarafından çıkarılmış ve tarihleri boyunca Müslümanlarla savaşmış; ibadet ve muamele yönünden ehl-i sünnetten büyük ölçüde ayrılmış bir topluluktur. Şiîlerin fıkıhla ilgili görüşlerinden bâzıları da şöyledir:
“Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah”dan sonra “Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah”; “Hayyealelfelâh”tan sonra ise, “Hayye alâ Hayril amel” derler. Mest üzerine değil, çıplak ayak üzerine mesh ederler ki Nebî (s.a.v.) hiçbir zaman çıplak ayak üzerine meshetmemişler, ya mübarek ayaklarını yıkamışlar ya da mest üzerine meshetmişlerdir. Namazda Kerbelâ toprağından yapılmış “türbet” veya “mühür” denen bir parça üzerine secde etmenin efdal olduğunu söylerler. Mut’a nikâhını (belli bir müddet için olan evliliği) kabul ederler. Mîras hususunda da farklı görüşleri vardır.
Buraya kadar Şiîliğin ve fırkalarının görüşleri genel çerçevede ortaya konulmuştur. Bunların Ehl-i sünnete (Sünnî îtikâda) göre değerlendirilmesi şöyledir:
Ehl-i sünnet, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’e hürmet noktasında hassasiyetle durmuştur. Çünkü Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’in hepsi Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde medh olunmuştur. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allah (celle celâlüh) onların hepsinden râzıdır. Onlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar.” buyrulmaktadır.
Sahâbeyi kirâmı kötülemek, bu Âyet-i kerîmeye inanmamak olur. Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki: “Ashâbımı seven beni sevdiği için sever, onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur.” ve “Ashâbımdan bundan sonra çıkacak hatâları, Allahü teâlâ affedecektir. Çünkü onların İslâm dînine yaptığı hizmeti kimse yapmamıştır.” ve “Ashâbımın herbiri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız Allahü Teâlânın sevgisine kavuşursunuz.” “Ashâbımın ismini işitince, susunuz. Şanlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz.” ve “Herkese şefâat edeceğim. Fakat Ashâbıma dil uzatanlara, onları kötüleyenlere hiç şefâat etmem.”
Şiîler, Ehl-i beyte sevgi ve bağlılık iddiâsıyla Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’e kin ve düşmanlık beslemişlerdir. Üstelik Ehl-i beyti ve onlardan olan on iki İmâmı sevdiklerini söyledikleri hâlde, onların yolundan da gitmemişlerdir. Çünkü on iki İmâmın hepsi Ehl-i sünnetti.
Şiîler, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’i kötülemekle, dolaylı olarak İslâmiyeti ve Kur’ân-ı Kerîm’i kötülemişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı kerîmin toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslâmiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâmiyet’i kötülemeye götürür.
Şiîlerin dediği gibi, halîfelik dînin esaslarından yâni îmânı ilgilendiren bir rükun değildir. Fakat bâzı Şiî gurupları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i sünnet âlimleri halifeliğe âit bilgileri Akâid (ve kelâm) ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilâfet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i sünnet olmanın alâmeti ve işâreti sayılmıştır.
Ehl-i sünnete göre peygamberlerden başkası mâsum, günâhlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliyâ sahâbîlik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şîilerde imamlar mâsum, yâni günahtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir.
Ehl-i sünnet, Hz. Ali (k.v.)’nin ve bütün Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’in birbirini sevdiğini, kabul eder, dolayısıyle Hz. Ali (k.v.)’nin takiyye yaptığını reddeder. Şiîler, târih boyunca Ehl-i Beyt’ten bir mübârek zâtı kendilerine siper etmişlerdir.
Meselâ, Ca’fer-i Sâdık’ın yolunda olduklarını iddiâ ederler ve kendilerine “Câferî” ismini verirler. Halbukî, bu mübârek zât, Şiî inancında olmadığı gibi, târihî kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) gibi Ehl-i sünnetin reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. Yine bazı Şiî fırkalarının, Allâhü Teâlâ’nın Hz. Ali (k.v.)’ye hulûl ettiğini (girdiğini) ve onun ilah olduğunu söylemeleri, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’den bir kısmını kâfirlikle itham etmeleri gibi inançlar İslâmiyet’ten ayrıldıklarını göstermektedir.
Şiîlerin ezan, abdest, namaz, nikâh gibi fıkhî konulardaki farklı noktaları âdetâ îtikâdî esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu husûsiyetleriyle Müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i Sünnet’in ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır.
(Rehber Ansiklopedisi, 18.c., 284.s.)