“Yahûdîler dediler ki: “Hristiyânların dayandıkları bir şeyleri yokdur.” Hıristiyânlar da “Yahûdîlerin dayandıkları bir şey yokdur.” dediler. Halbuki onlar da kitâbı okuyorlar, onlar da, hiçbir şey bilmeyenler de aynı sözü söylediler. Artık Allâh, bu ihtilâf ettikleri şey hakkında kıyâmet günü aralarında hükmünü verecektir.” (Bakara s. 113)
İyi bilmelisin ki, her grup, her fırka, kendilerinde olanla öğünür, durur. Bu durum, yalnız sapık fırkalara mahsûs değildir, aksine bir sûfi ile diğer sûfi, şeyh ile şeyh ve âlimle diğer âlim arasında da cereyân eder. Binaenâleyh, her grubun, karşı tarafı hata ile suçlaması devam eder, gider. En iyisi hidâyete tâbî olmaktır.
Büyüklerden biri demiştir ki; kim, nefis terbiyesi yapmadan, dünya ve âhireti tanımadan, sırf basit dünya menfaati için gönül sâhibi ve irşâda ehil olduğunu iddiâ ederse bunun cezâsı:
Resûlullâh (s.a.v.)’in Mi’râc Gecesi gördüğü kadınların cezasının kat kat fazlası olacaktır ki, bu kadınlar, makaslarla göğüslerini kesmektedirler. Efendimiz (s.a.v.),
“Bunlar kimdir?” diye sorduğunda, Cibrîl (a.s.): “Bunlar, zina yoluyla çocuk dünyaya getirenlerdir” diye cevab vermiştir.
Buna dayanarak delilsiz dava bâtıldır. Delilsiz iddiânın sâhibi hem kendi sapmış, hem de başkalarını sapıtmış olur. (Mânevî yoldan kendisine böyle bir vazife verilmediği halde) Şeyhlik iddiâ eden, zina yapan kadına benzer, onun hevâsına tâbi olan da veled-i zinâ gibidir. Böylece, ehil bir terbiye edicisi olmadığından veled-i zinâ hükmen helâk olmuş demektir. Bid’ata tâbi olmanın neticesi bi’dat ve küfürden başka bir şey değildir.
(Hz. Mahmud Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Bakara Sûresi Tefsiri, s.195)