Dalâlete düşmemek için Kur’an ve sünnete sarılmak; sünnete sarılmak için de sünneti mutlak müctehîd imâmlardan öğrenmek elzemdir. Bunun te’hiri câiz değildir. Sünnete sarılmak, bizzât Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in kesin emr-i nebevîleridir. İrbâz bin Sâriye (r.a.)’den rivâyetle şöyle denilir: Resûlullâh (s.a.v.) bir gün sabah namazını kıldırdıktan sonra bize yönelip öyle te’sirli bir va’z ettiler ki ondan kalbler ürperip titredi, gözlerden yaşlar aktı. Bunun üzerine Ashâb (r.a.e.)’den birisi: “Yâ Resûllallâh (s.a.v.)! Bu sanki bir vedâ edicinin va’zıdır, bize neleri tavsiye buyurursunuz?” dedi. Resûlullâh (s.a.v.): “Ben sizi, gecesi bile gündüz gibi apaydınlık olan bir dîn üzerine bırakmış oluyorum. Benden sonra ancak helâk olacak kimse ondan sapar. Allâh (c.c.)’un emirlerine karşı gelmekten sakınınız. Başınızda kara bir köle de olsa, âmirinizin emirlerini dinleyiniz ve kendisine itâat ediniz. Sizden yaşayan kimse, pek çok ihtilâflar, anlaşmazlıklar görecektir. O zaman siz gerek benim sünnetimden bildiğiniz şeylere ve gerekse hidâyete erdirilmiş olan Hûlefâyı Râşidîn’in sünnetlerine, canınızı dişlerinize alarak, sımsıkı yapışınız. Sonradan ihdâs edilen, dînde yeri olmayan şeylerden de sakınınız. Çünkü dînde olmayan, sonradan ihdâs edilen şeyler bid‘attır. Her bid‘at dalâlettir” (Ebû Davud) buyurdular.
Ashâb-ı Kirâm’dan İmran bin Husayn (r.a.)’den şöyle rivâyet edilir: “Kur’ân indirildi. Resûlullâh (s.a.v.) de sünnetleri işlemeği sünnet kıldı. Sünnetleri işlemekte bize tâbi olunuz, uyunuz. Vallâhi bunu yapmazsanız dalâlete düşer, doğru yoldan saparsınız” (Ahmed ibn Hanbel) diye buyurmuştur.
(M. Âsım Köksal, İslâm’da İki Ana KaynakKitâb ve Sünnet, s.163-164.)