Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, sıdk-ı tam (en mükemmel, noksansız bağlılık) yönünden aşkın sonuna ulaşmış bir velî olarak, istirahat ettiği ve uyku uyudukları görülmemiştir. Açlığı son haddine ulaşmıştır. “Tam kırk sene benim midemde bir gece taam (yemek) bulunmadı.” buyurmuştur. En çok iftar yemeği on lokmayı geçmemiştir.” Sînemde bir ejderha vardır, onun gıdaya tahammülü yoktur.” “Oruç sofrası, sırrın sevdasını artırır, lâkin böyle bir sofradan Allâhü Teâlâ’ya büsbütün bağlanmış olan sâdık kullar yed-i beyzâ bulurlar” demiştir. Onun için hakîkî oruç, Allâhü Teâlâ’dan başka her şeyi terk etmek olup, kendisinde hâsıl olmuş bir hâldir.
Namazda tam bir huşu (Allâh (c.c.) korkusu) üzere bulunur ve tamamen Hâkk’ın sıfatları ile bulunmayı elde ederlerdi. “Namaz, Allâhü Teâlâ’ya kavuşmadır. Fakat bu kavuşmanın ne şekilde olduğunu zahir ehli bilmez” buyurmuştur. Bu yüzden; “Mihrabı dost cemâli olan kimse için, yüz çeşit namaz, rükû ve sücûd vardır” demiştir.
Verâ ve takvâsı (şüpheli ve haramlardan kaçması) o dereceydi ki, lisâna gelmezdi (açıklamaya sığmazdı). “Takvâ, nefse ait zevkleri terk etmektir.” buyurmuştur.
Mevlânâ Celâledddîn-i Rûmî (k.s.), her şeyden önce olgun, âlim ve velî bir Müslümandır. Hz. Mevlânâ’yı yalnız bir mütefekkir, şâir, hümanist gibi düşünmek ve öylece anlamaya çalışmak, asıl varlığı bırakıp herhangi bir özelliği içinde sıkışıp kalmaya benzer.
Nitekim Hz. Mevlânâ’yı, sözlerini, yolunu anlamanın anahtarını, kendisi bir rubaisinde şöyle dile getirmektedir:
“Ben sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim.Ben Muhammed muhtarın yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse;
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.”(Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.14, s.80)